Abdulaziz Bayındır’a Reddiye

Bismillâhirrâhmânirrahîm
Her hayrın ve şerrin yegane yaratıcısı kendisinden başka İlah olmayan Allahu Tealadır. O’nun eşi ve benzeri ve dengi yoktur. Herkese kuvvet ve hayat veren O’dur.  

   E Endonezya Camii Kur’an-ı Kerim’e yanlış manalar vererek gerçek ulemanın yolu olan ehli sünnetten sapan Abdülaziz Bayındır, tam bir çıkmaza düşmüş durumdadır.. Kur’an’a kendi görüşleri doğrultusunda sapkın anlamlar veren bu şahıs, Âl-ı Imrân Suresinin 142. ayetini yanlış tercüme ederek Allahu Tealayı eksik sıfatla vasfetmiş bulunmaktadır..
İlgili ayetin meali: 

Yoksa siz, Allah içinizden cihat edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya  çıkarmadan cennete girivereceğinizi mi sandınız?” (âl-ı Imran- 142)

    Ehli sünnet alimlerine göre ilgili ayetin anlamı şu mealdedir:  Allahu Tealanın kullarını imtihan etmesinin sebebi hikmeti, kullarının nasıl kul olacağını bilmediğinden değil, bilakis kullarının nasıl olduklarını kendilerine göstermek için imtihan ettiği ve edeceği anlamında olduğudur.
Bakara suresi 30. ayette :

“Bir zamanlar Rabb’in meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım”     demişti. (Melekler): “A!.. Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini     mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz” dediler. (Rabb’in): “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” dedi.

Allahu Teala gaybı bilememiş olsaydı henüz yaratılmamış olan insanların kan döküp fesatlık çıkaracaklarını Levh-i Mahfuza nasıl yazacaktı? Melekler bunu nereden bileceklerdi? Bilmeleri nasıl mümkün olurdu? Allahu Teala Kur’an-ı Keriminde geçmişimizi de geleceğimizi de eksiksiz bildiğini ayetlerle bildirmiştir. Bir kimse Allahu Tealanın bu ayetlere rağmen gelecekte nasıl birisi olacağımızı bilemeyeceğini iddia ediyorsa, o kimse İslam’a olan inancını gözden geçirmelidir.
İşte, Kur’an-ı Kerimden, Allah (celle celâlühü) hakkındaki o tür sapkın itikatlara cevaplar, mealen : 

-” Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce, bir kitaba(Levh-i Mahfuz’a) yazmış olmayalım. Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır. (Hadid-22)

-” Elif Lâm Mîm. Rumlar, yakın bir yerde yenilgiye uğratıldılar. Onlar yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Önce de, sonra da emir Allah’ındır. O gün Allah’ın (Rumlara) zafer vermesiyle mü’minler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” (Rum Suresi (2-5)

-” Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi şüphesiz yalnızca Allah katındadır. O, yağmuru indirir, rahimlerdekini bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, her şeyden hakkıyla haberdar olandır.”  (Lokman Suresi -34)

 

     KUR’AN’DA EVLİYALIK VE EVLİYANIN KERAMETİNE DAİR AYETLER:

    “Kur’an’da evliyalık ve onlarla ilgili keramet yoktur.” diyen Apdulaziz Bayındır’a cevap:

      Evliya: Ehli Sünnet İnancına sahip ilmi ile amil her mümin Allah’ın velisidir yani dostudur. Bu hususta daha titiz bir kulluk yapan müstesna kullara halk arasında evliya denir. Evliya velinin çoğulu olmasına karşın Türkçe’de tekil olarak kullanılmaktadır.

      Kur’an’da Velilik Var mıdır?
Kur’an’ı Kerim’de velilik hakkındaki ayeti kerimede, mealen:
-“Haberiniz olsun ki Allah’ın velî kulları için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.” (  Yunus, 62  ) buyurmuştur. 

      SORU: Kur’an’da Evliyanın Kerametine Dair Âyetler Var mıdır?

      CEVAP: Bu hususta gerek Esahab-ı Kehf’ ile ilgili ve gerekse hz. Meryem’le ilgili kerametler mevcut ayetlerde belirtilmiştir.     Ashâb-ı Kehf kıssasında zikredilen husus :

-“Onlara baksaydın görürdün ki, güneş doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafına yönelir, battığı vakit de onların sol yanını kesip giderdi. Kendileri ise oranın geniş bir yerinde idiler. Bu, Allah’ın AYETLERİNDENDİR. Allah kime hidâyet ederse işte o, doğru yola erdirilmiş, küni de şaşırtırsa artık onun için hiçbir zaman irşad edici bir yâr bulamazsın. Sen onlan uyanık kimseler sanırsın. Halbuki onlar uyuyanlardandır. Biz onları gâh sağ yanma, gâh sol yanına çeviriyorduk. Köpekleri de mağaranın giriş yerinde iki kolunu uzatıp yatmakta idi. Üzerlerine tırmanıp da hallerini bir görseydin, mutlaka onlardan yüz çevirir, kaçardın ve her halde için, onlardan korku ile dolardı. Onlar mağaralarda üçyüz sene eğleştiler. Buna dokuz yıl daha kattılar.”(   Kehf, 17, 18, 25 )

      Hz. Meryem’in kıssasında kuru hurma ağacının meyve vermesi ile ilgili âyet:

-“…Hurma ağacını kendine doğru silk, üstüne derilmiş taze hurma dökülecektir.” (Meryem, 25   )

Zekeriyya’nın (a.s.), Hz. Meryem’in yanına girdiğinde, O’nun yanında rızıklar bulduğunu; kendisinden başka kimsenin girmediği bu yerde   bulunan   erzakın nereden   geldiğini   Hz.   Meryem’den   sorduğunda : “Allah’ın indinden” cevabıyla ilgili âyet:

“…Zekeriyya ne zaman kızın bulunduğu mihraba girdiyse, O’nun yanında bir yiyecek buldu: “Meryem! bu sana nereden geliyor?” dedi. O da : “bu Allah tarafından, şüphe yoktur ki Allah kimi dilerse ona sayısız rızık verir” derdi.” (   Âli İmran, 37  )

     Hz. Süleyman’ın veziri Asaf b. Berhiya’nın bir anda Belkıs’ın tahtını Yemen’den Filistin’e getirmesini anlatan kıssa :

Nezdinde kitaptan bir ilim bulunan zat: “Ben dedi, onu sana gözün kendine dönmeden (gözünü yumup açmadan) evvel getiririm.” (  Neml, 40 )

      Kerametle ilgili Hadisi şerifler:

1-Hz. Ebu Bekir’in(r.a.) pek çok misafirine yemek verdikten sonra, artanların eskisinden fazla olduğu haberi.

2-Hz. Ömer’in (r.a.) Medine’de, minber üzerinde hutbe okurken, İslâm orduları komutanı Sariye’yi, düşman kuvvetlerinin kuşattığını görerek,” Ya Sariyel cebel”diye dağa çekilmesi için seslenişi ve Sariye’nin bu sesi çok uzaklardan işiterek yerine getirmesi hadisesi.

3-Hz. Osman’ın(r.a.) kendisini ziyarete gelenler içinde, birinin gözünde zina eseri bulunduğunu haber vermesi.

4-Hz. Halid b. Velid’in  (r.a.) zehir içtiği halde, hiç tesir etmemesi.

       ABDULAZİZ BAYINDIR’ın TASAVVUFÎ BİLGİSİZLİĞİ:

       Abdulaziz Bayındır gerek itikadi konularda ve gerekse hiç bilmediği Tasavvufi konularda ileri geri iddialar ortaya atarak bu konulardaki cehaletini izhar etmektedir. Maneviyatı hakkında gerçek manada hiç bir bilgiye sahip olmadığı İmamı Rabbani hazretlerine çamur atmaya kalkışarak şaşkınlıktan başını taşlara vuran kimselerin durumuna düşmektedir. Ne o büyük zatın kendisini ne de çok değerli eserlerini tam olarak bilmeden, anlamadan büyük alim ve veliyi kasden yanlış yorumlayıp ve onunla da kalmayıp, O büyük alimi müşriklikle itham ederek O muhterem zata zulmetmektedir. Bu malum şahıs, aslında kendisinin tamamen yabancısı olduğu ve içinden asla çıkamayacağı bir konuya çarpmıştır. Zira, bu tasavvuf öyle büyük bir okyanustur ki, onda yüzme bilmeyenler boğulur giderler… Tasavvuf, bazılarının sandıkları gibi Yunan, Budizm ve Hinduizm felsefesinden beslenerek vücut bulmuş bir seyir-süluk yolu değildir. Bilakis gerçek tasavvufta Kur’an ve sünnete uymayan hiç bir inanç ve amel yoktur. Aslında gerçek tasavvuf Peygamber Efendimizin inanç ve yaşantısının ta kendisidir.
Kasabın beyin ameliyatı yapmaya kalkması gibi tasavvufu hiç yaşamamış birisinin de tasavvufu ve tasavvuf büyüklerini eleştirmesi, bir o kadar garip ve şaşılacak şeydir. İşte Abdülaziz Bayındır’ın içine düştüğü durum bundan da vahimdir.

       

 SORU: Kur’an’da kutub-i irşad, kutb-i medar gibi sözler var mıdır ki İmam-ı Rabbani bunları kullanmaktadır?

CEVAP: Kur’an’da namaz, oruc ve abdest kelimeleri var mıdır ki, bugün müslümanlar abdest alıp namaz kılıyor, oruç tutuyor? Bu kelimelerin karşılığı olan savm salat gibi kelimeler var olduğu için bu ibadetler farz bilinmektedir. Demek ki bu kutubluk ile ilgili ifadelerin yerini karşılayan herkesin bilmeyeceği ifadeler vardır ki, bu kelimeleri basiret gözü açık İmam bunları kullanmıştır. Ebu Hureyre (r.a.) Hazretleri:
“Ben Rasulullahtan üç ilim aldım, biri şeriattir onu herkese anlattım. İkincisi ilm-i tarikattır ki, onu ehline öğrettim. Üçüncüsünü ise, hakikat ilmidir. Onu size anlatırsam benim gırtlağımı parçalarsınız” dedi.
Bektaşiye “niçin namaz kılmıyorsun?” demişler de, Bektaşi:”Ben Kur’an-ı okudum, Kuran; “namaza yaklaşma” diyor demiş. Orada hazır bulunan bir alim konuya hemen müdahele etmiş ve:”Ey mel’ûn! Ayetin devamını niçin okumuyorsun? Zira ayetin tamamında:”Namaza yaklaşma, sarhoş olarak”diye geçmektedir” deyivermiş.

      Bu Hoca, İmam-ı Rabbani hazretleri gibi büyük bir alimi karalamak için, makaslama yaparak müslümanların çok itimat ettiği bir alimi onların gözünden düşürmeye çalışmaktadır. Aslında esas amacı, büyüklerle uğraşarak tanınmak istemiş olmasıdır.
Bir eseri anlamak için belli bir pragrafı içinden çıkarıp;” işte bu adamın görüşü budur” demekle o şahıs tanıtılmış olamaz.  O eserin yazarını tanımak için, eserin bir bütün içerisinde ele alınıp, değerlendirilmesi gerekirdi. İmamı Rabbani hazretleri mektubatının 3.cild 62. mektubunda, insanın hakikatını  anlatırken; (“insan”demek “adem” demektir. Adem ise bir hiçliktir.) demektedir. Hiçliğin ise, hiç bir şeye malik olmadığını beyan etmektedir. Yine eserlerinde, varlığın Sahibine mukayese ile kendisine; “Bu fakir”diye hitab eden İmam-ı Rabbani hazretlerine bu adam nasıl oluyor da İmam’ın, Allah’a karşı varlık sahibi olduğu iddiasında bulunarak,  Allah’tan korkmadan, şirk iftirasında bulunabiliyor?

    Mektubat :
-“ Kutb-i irşâd, kemâlât-ı ferdiyyeye de mâlikdir. Çok az bulunur. Asrlardan, çok uzun zemân sonra, böyle bir cevher dünyâya gelir. Kararmış olan âlem, onun gelmesi ile aydınlanır. Onun irşâdının ve hidâyetinin nûrları, bütün dünyâya yayılır. Küre-i arzın ortasından tâ Arşa kadar, herkese rüşd, hidâyet, îmân ve ma’rifet Onun yolu ile gelir. Herkes, ondan feyz alır. Arada o olmadan, kimse bu ni’mete kavuşamaz. Onun hidâyetinin nûrları, bir okyânûs gibi, bütün dünyâyı sarmışdır. O deryâ, buz tutmuşcasına hiç dalgalanmaz. “  
     Açıklama:
    Bu ifade, tasavvufta manevi bir dereceyi anlatmak için kullanılır. Allahu teala, işin hakikatında ölenlerin ruhlarını kendisi almaktadır. Ama zahirde bu işi, Azrail ve ölüm melekleri sebebi ile yapmaktadır. Hazreti İmam :”Asrlardan, çok uzun zemân sonra, böyle bir cevher dünyâya gelir. Kararmış olan âlem, onun gelmesi ile aydınlanır. Onun irşâdının ve hidâyetinin nûrları, bütün dünyâya yayılır.  ifadesini Peygamber efendimize atfen söylemiştir. Zira mektubatta kutb-i medardan bahsederken şu ifadeyi kullanıyorlar:”Kutb-i medar her zamanda bulunması gerkir. Çünki alemin nizamı onun vesilesi iledir. Bunlardan birisi vefat ederse, bir diğeri görevlendirilir. Kutb-i irşad böyle değildir. Çünki alem zaman zaman hidayetten uzak kalır. Peygamber efendimiz o zamanın kutb-i irşadı idi. O zamanda kutb-i ebdal, yani medar hz. Ömer ve Veysel karani idi.(Dini Terimler Sözlüğü)
Kullarını hakikatte irşad eden ancak Allah’tır. Fakat, hikmetinin gereği sevdiği kullarının katındaki değerlerini bildirmek için kullarının irşadına bunları vesile kılmaktadır. Aleme hidayet Allah’tandır. Bu füyüzatı Peygamber Efendimiz vesilesi ile yaşayan bir velinin gönül aynasına, oradan da kullarından dilediğine nasib etmektedir. Tıpkı cep telefonlarının baz istasyonları aracılığı ile iletişim yaptıkları gibi. Baz istasyonları da ses ve görüntüyü uydudan almaktadır.
Hidayet Allahu tealaya aittir. Allahu teala Peygamber (s.a.v.) Efendimizi tüm insanların hidayetine vesile kılmıştır. Bir kimse “Lâ ilahe illallah” deyipte, ” Muhammedun Rasulullah” demezse, hidayte ermiş sayılmaz.  Allah’ın Rasulü(s.a.v.) “El ulemâü verâsetün enbiyâü” mealen; “Alimler peygamberlerin varisleridir“diye buyurdu. Bu veli ve alimler, peygamberlerin varisleridir. Allahu teala bu zat-ı muhteremler vesilesi ile dilediği kimselere hidayet edip feyz vermektedir. Maide suresinde “Vebteğû ileyhil vesileh” (O’nun rızasına ermek için vesile arayınız).diye buyurmaktadır.
      Rasulullah(s.a.v.) gelmeden önce alem manevi bir karanlık içinde değil miydi? Rasulullah’tan sonraki devirlerde de, zaman zaman şirk ve bid’atlerin zulmeti her tarafı kaplamamış mıdır? İşte bu sebepten dolayıdır ki Allahu teala, islam alemini bu bid’at ve şirk karanlıklarından temizlemek için, böyle dönemlerde büyük alimler yaratarak, bu işe onları vesile kılmaktadır.
Bu
Hoca, meseleyi çözeceği yerde, alaycı bir tavırla, kutb-i irşad makamı ile dalga geçerek şöyle diyor:
– “ Kutb-i irşad en üstteymiş. Hırıstiyanlıkta İsa gibi. Yani, O’nun yerini alan kişi.”
      Bunu nereden uyduruyor bu adam? Hırıstiyanlıkta İsa’ya tapılmaktadır, İslamiyette var mıdır (haşa) böyle bir saçmalık? Zira müslümanlar hiçbir zaman bir insana tapmamıştır. Tapıldıysa onlar zaten müslüman değildir. İman nuru ilahi bir ışıktır ki, ona aynalık yapan kutb-i irşadın kalb aynası vesilesi ile bu nurlar kainata yayılmaktadır. Onun vesilesi ile Hazreti Allah, dilediğini hidayete erdirmektedir. Böyle itikat eden bir kimseyi bu adam, nasıl şirkle itham edebilir? Anlaşılan bu hoca şirk ile vesileyi, iman ile küfrü birbirine karıştırmaktadır, veya işine öyle gelmektedir. 

      Mektubat:
-” O büyük zâtı tanıyan ve seven bir kimse, onu hatırlarsa, yâhud o, bir kimseyi sever, onun yükselmesini arzu ederse, o kimsenin kalbinde, bir manevi pencere açılır. Bu yoldan, sevgisi ve ihlâsına göre, o deryâdan kalbi feyz alır.
      Açıklama:
 O zatı tanıyan kimse O’nu Allah için sever ve O’nun hatırası kalbinde ihtiyarî veya gayri ihtiyarı olarak zaman zaman tekrarlanır. Bu tekrarlanma sebebiyle Allahu tealanın bu muhteşem eseri, kişinin kalbini müessire, yani Allah’ı sevmeye götürür. Bu ilahi sevgi ise manevi bir pencerenin açılmasına sebep olur. Eğer O veli zat bu kişiyi severse, kalbinden himmet eder, yani sır lisanı ile harfsiz ve dudaksız olarak Allah’a onun içn dua eder ve o dua sebebiyle Rabbi bir manevi pencere açar ve bu vesile ile kul feyizlenir.

      Mektubat:
– “  Bunun gibi bir kimse, Allahü teâlâyı zikr ederse ve bu zâtı hiç düşünmezse, meselâ onu tanımazsa, yine ondan biiznillah feyz alır. Fekat, birinci feyz dahâ fazla olur. O büyük zatı tanıyan ve seven bir kimse onu hatırlarsa, yahut o bir kimseyi sever onun yükselmesini arzu ederse, (Allah tarafından) o kimsenin kalbine bir pencere açılır.” diyor İmam. “Bu yoldan sevgisi ve ihlasına göre o deryadan feyz alır. Bunun gibi bir kimse Allahu tealayı zikrederse, ve bu zatı hiç hatırlamasa, yinede ondan feyz alır.” Yani onun vesilesi ile Allah’tan feyz alır demektir.  Fakat birinci halde daha çok feyz alır.”

Açıklama:
“  Bir kimseye, Allahu tealadan iki yoldan feyz gelir. Birisi bir vesile olmadan, diğeri ise, kutb-i irşadın vesilesi ile olmaktadır. Vesile olmadan feyz almak, bir kimsenin kendi kendine bir adresi bulmasına benzer. Kutb-i irşad vesilesi ile feyz almak ise, bir rehber yardımı ile adresi bulmak gibidir. Bunun zıddı ise, kişinin eğitimini kendi kendine yapması gibidir veya adresi kendi kendine bulmaya çalışması gibidir, veya kutb-i irşadı vesile edinen kimse aşılanmış meyve ağacının durumuna benzer ki, Allahu tealadan feyz alması doğrudan almaya çalışmasından daha kolay ve çok olur. Zira kul başlangıçta süfli olduğu için, Allahu tealanın rızası için yaptığını sandığı nice işlerde Allah’ın öfkesine, hatta azabına sebep olabilir. Tıpkı çırak usta ilişkisi gibidir ki, çırak başlangıçta ustanın denetiminde olmadan bir iş yapmaya kalkarsa, hem işi iyi yapamaz hem de malzemeyi israf edebilir.

     Mektubat:
– “ Bir kimse, o büyük zâtı inkâr eder, beğenmezse, yâhud o büyük zât, bu kimseye incinmiş ise, bu kimse, Allahü teâlâyı zikr etse bile, Allahu teala bu kimseyi rüşd ve hidâyete kavuşturmaz. Ona inanmaması veyâ onu incitmiş olması sebebiyle Allahu teala, feyz yolunu kapatır. O zât (kaddesallahü teâlâ sirrahül’akdes) bu kimsenin zararını istemese bile, Allahu teala hidâyete kavuşturmaz. Rüşd ve hidâyet, görünüşte var ise de, yokdur. Fâidesi çok azdır. O zâta inanan ve sevenler, onu hatırlamasalar da ve Allahü teâlâyı (dilleri ile) zikr etmeseler de, yalnız(Allah için, Allah’ın sevdiklerini) sevmeleri sebebi ile, rüşd ve hidâyet nûruna kavuşurlar. “  (Mektubat Tercemesi)

Açıklama:
Bunun manası şudur: “Allahu teala hadis-i kudside”Kim benim velilerime savaş açarsa bana savaş açmış gibidir. Bana savaş açanıda helak ederim.”diye buyurmaktadır. Bu hadisi kudsi, Allahu tealanın velilerini inkar ederek bir kimsenin hiç bir yere varamayacağını açık olarak vurgulamaktadır. Bu kudsi hadisi şerife göre Allahu teala velilerini inkar edip, onlarla alay edenleri, kendisine düşman addediyor. Bu sebepten dolayı Allah, bunların ne zikirlerine, ne de diğer ibadetlerine bir değer vermeyeceğini yine bu hadisi şerifle haber vermektedir. İmamı Rabbani hazretleride bu hassas konuyu ima yollu ifade etmiştir ki, bu kudsi hadisi şerifte O’nun bu sözünü teyit etmektedir.
Öte yandan Allah’ın Rasulünün:” İmanın en efadali Allahın sevdiklerini sevmek, buğz ettiklerine buğz etmektir.”diye buyurduğu hadisi şeriflerine göre, bir kimse Allah’ı dili ile zikretmese dahi, O’nun sevdiklerini sevmesi ve O’nun düşmanlarına düşman olması sebebiyle daha büyük bir ibadet yapmış sayılmaktadır. Öyle ya, birisi sizi sevdiğini söyleyipte düşmanınızla dost olursa, onun dostluğuna bir değer verir misiniz?
Kutb-i irşatta Allah’ın en sevdiği kullarından biri olmasından dolayı, ona düşman olanın düşmanı Allahu teala olduğunu yukarıdaki kudsi hadis şeriften öğrenmiş olmaktayız.

EK 1:
Tasavvuf münkirlerinin İmam-ı Rabbani Hazretlerinin 1.Cild 1. Mektubunu anlayamayıp, çarpıttarak iftira ettikleri konunun izahı:
      Tasavvuf inkarcıları büyük İmamı şu sözlerle itham etmekteler:
  -“İmamı Rabbani dedikleri kişinin mektubatlarının hepsi Hint meşreplidir. Hatta bir mektubunda: “Ben Allah’ı kadının cinsel organının içinde gördüm diyor.” 
      Bu çarpıtılmış söz, İmam Rabbani hazretlerine  ait değildir.  İmam-ı Rabbani hazretlerinin o konu ile ilgili olan sözleri   şöyledir :
Bu yolda (ruhani) ileleyişte,  Allahu Teala’nın zahir ismi o kadar tecelli etti ki, her şeyde ayrı ayrı göründü. Hatta nisa şeklinde. Alem-i emrdeki () latifelerin halleri ve acaib güzellikler bu şekilde görüldüğü kadar başka hiç bir şeyde görülmüyordu. Bunun gibi her yiyecekte ve içecekte ve her cisimde ayrı ayrı nur tecellileri oldu. Kısaca her tatlı şeyde başka başka kemal vardı. Bu tecellilerin hepsi karşısında (Refîk-ı a’lâ) yı (Allah’ı) istiyordum . Bu tecellilere bakmamağa çalışıyordum.” ve ” Birdenbire bu tecellilerin o zamansız ve mekansız,  hiç bir şeye benzemeyen varlığa bağlılığı değiştirmediğini anladım. Batınım, yani kalb ve ruhum hep O’na (Allah’a) bağlı idi. Bir zaman sonra, bu tecelliler görünmez oldu. Tecelliler yok oldu. Bundan sonra kendi varlığından geçme hali hasıl oldu. Bu zaman(nefs-i emmarede)  islam-i hakiki başlamağa ve gizli şirkin alametleri yok olmağa başladı. İbadetleri kusurlu, niyetleri bozuk görmek,  kulluk ve yokluk allametleri görünmeye başladı.”   (Mektubatı İ.Rabbani 1.Cid 1.Mek.)

İmam-ı Rabbani hazretleri Allahu tealanın İsm-i Zahir ile ilgili mektubu, kendi mürşidi Muhammed Baki Billah Hazretlerine yazmıştır. Bu ilk mektubunu yazdığı sıralarda, henüz seyir sülukunu tamamlamamış olduğu, yazılan o mektubtan anlaşılmaktadır. Allahu Teala, İsm-i Zahirin bu nurlu tecellileri ile, ruhani yoldaki bir dervişi imtihan ediş şeklidir. O tecellilerin nurlarına takılıp kalanlar elbette yolda kalmış meczublardır. O durumu yaşayan veliler bunu çok iyi bilirler. O ahvaldeki bir sufi, gözünü açsa da, gözlerini yumsa da, belli bir süreç içinde, o tarife gelmez zevkleri ve görüntüleri hep hisseder ve görür. Buna engel olmaya asla gücü yetmez. Sufi, tıpkı üşüyüpte titreyen kimsenin titremesine engel olamadığı gibi bir durumla karşı karşıya kalır. Ama Büyük İmamın dediği gibi;  Bu tecellilerin hepsi karşısında (Refîk-ı a’lâ) yı (en yüce dost Allahı)istiyordum. Bu tecellilere bakmamağa çalışıyordum.” ve ” Birdenbire bu tecellilerin o zamansız ve mekansız,  hiç bir şeye benzemeyen varlığa bağlılığı değiştirmediğini anladım. Batınım, yani kalb ve ruhum hep O’na(Allah’a) bağlı idi.
İmam-ı Rabbani hazretleri  yukarıda adı geçen mektubta :”İsm-i Zahirin, nisa şeklinde ve başka türlü şeylerde tecelli ettiğini beyan etmiştir. “Tecelli etti” demek  Allah’ı (c.c.) görmek değildir.  O yüce İmamın  tecelli hakkında 1.cild 221. mektubundaki  beyanı ile konuya cevap verelim:
  (Allah ile kul arasındaki) Perdelerin en büyüğü engellerin en kuvvetlisi, çeşitli tecelliler ve başka başka görünüşlerdir. Bu tecelliler ve görünüşler isterse mahluklarda,  isterse vücub aynaların da görünsünler,  perde olmak bakımından farkları yoktur.” der ve devam eder: “ Çünki; tecelli  demek,  birşeyin ikinci veya üçüncü veya dahada ötelerdeki  mertebelerde görünmesi demektir.” der.
Bu tecellilere rağmen kendisinin hep Refik-ı A’la’yı yani eşsiz ve benzersiz Allah’ı (c.c.) istediğini açıklıkla bildirir. O yüce İmam (k.s.) yazının devamında: ” O zamansız ve mekansız ve hiç bir şeye benzemeyen varlığa bağlılığı..” diyerek, tecelliler ile Allahu Teala’nın varlığını bariz bir açıklama ile birbirinden ayırmıştır. Evet her veli seyir ve sülûk yaparken bu tür nurani tecellilere mazhar olur. Allahu Teala zatını sıfatları ile , sıfatlarını, isimleri ile,  isimlerini de eşyalarla,  yani mahlukları ile gizlemiştir.  Bu dünyada O’nun zatını görmek mümkün değildir. Rasulullah (s.a.v.) dahi bu dünyada değil,  mi’racda cennetlerin ötesinde ulvi bir alemde Rabbının dilemesiyle, Rabbını   görebilmiştir. Velilere bu dünyada ancak Allahu Teala’nın isimlerinin ve sıfatlarının nurlarını görmek nasib olmaktadır. Zat-ı İlahinin nurlarını görmek ise,  velilerden pek azı ile enbiyalara nasib olmuştur. İmam-ı Rabbani hazretleri bu velilerdendir. O, bu hususu: “Allahu Teala veraün vera, veraün vera ve veraün veradır.” (Allahu Teala ötelerin ötesi, ötelerin ötesi ve ötelerin ötesidir.) diyerek beyan etmiştir.

      İmam-ı Rabbani Ahmed-i Faruki  Müceddidi Elfisâni (k.s.) hazretleri, tasavvuf büyüklerinin şeriate uymayan söz ve işlerine uyulmayacağını, onlar, bu tür söz ve davranışlarda bulunduklarında, suurlarının Allah sevgisi ile örtülmesi sebebi ile onların mazur olduğunu, fakat; onların şeriate uymayan söz ve davranışlarını  körü körüne taklit edenlerin Allah katında sorumlu olabileceklerini şu ifadeleri ile belirtmektedir:
     -“Bu tasavvufçular manevi sarhoşluğa girdiklerinde şuursuz oldukları için özürlüdürler. Yanılan müçtehidler gibi hesaba çekilmezlerse de, bunları taklid edenlere bilmem nasıl azab ederler… Keşke bunlara uyanlarıda yanılan müçtehidlere uyanları affettikleri gibi affetseler! Affetmezlerse durumları vahimdir.”
Kıyas ve ictihat, şeriatın dört temelinden biridir. Buna uymakla emr olunduk, evliyanın keşif ve ilhamına değil. Tasvvufçuların bir çoğu keşif ve ilhamla anlaşılan bilgileri inandırmak için insanları zorluyorlar. Keşke inkar etmemelerini tavsiye etselerdi. Bu bilgilere inanmak zaruri değil,  fakat inkar etmektende sakınmalıdır. Ne kadar şaşılırki kendilerinin tasavvufçu olduğunu söyleyen bazı kimseler, “ Allah’ı bu dünyada görüyoruz” demektedirler. Gördükleri bazı nurları,  hiç bir şeye benzemeyen Allahu Teala’ya benzetiyorlar. “Tasavvuf yolunun sonu bu nuru görmekle biter diyorlar.” Allahu teala bu zalimlerin dedikleri şeyden münezzehtir.” (Mektubat 1.C. 272 Mek.)

      EVLİYANIN EN BÜYÜKLEİNDEN İMAM-I RABBANİ HAZRETLERİNİN (özet olarak) HAYATI

     İmam-ı Rabbani Ahmedî Farukî Serhendî(kaddesallâhu sirruh) hazretleri, Hindistan’da yetişen en büyük veli ve âlimlerdendir. İnsanların itikad, ibadet ve Ahlak hususunda doğruyu öğrenmelerini, öğrendikleri bu bilgiler ile amel etmelerini sağlayan, insanları Allahü teâlânın rızasına kavuşturmak için rehberlik eden ve hicri ikinci bin yılının müceddidi (yenileyicisi) olmasından dolayı “Müceddid-i elf-i sani”, ahkam-ı İslamiye(şeriat) ile tasavvufu birleştirmesi sebebiyle, “Sıla” ismi verilmiştir. Hazret-i Ömer’in(radıyallahü anh) soyundan olduğu için ,”Faruki” nesebiyle anılmış, Serhend şehrinden olduğu için de oraya nisbetle, “Serhendî” denilmiştir. Bütün bu vasıflarıyla birlikte ismi, İmam-ı Rabbani Müceddid-i elf-i sâni Şeyh Ahmed-i Faruki Serhendî’dir.

     İmam-ı Rabbani(kaddesallahu sirrahul akdes) hazretlerinin yetiştirdiği halifeleri vesilesi ile bugün; Hindistan, Pakistan, Afganistan, Malezya, Endonezya vs. ülkelerindeki ehli sünnet itikadında olan müslümanların sayıları bir milyara ulaşmıştır. İmam-ı Rabbani hazretleri ehli sünnet yolunda vermiş olduğu büyük hizmetler sebebi ile Müceddid-i Elf-i Sani olduğunu teyid ettirmiştir. Esefle görülmektedir ki, İslamiyet hakkında yeterli bilgiye sahip olmayıp Kur’an’a yanlış mana veren çatlak seslerin sayısı çoğalmış durumda. Bunların vaazlarını dinleyen veya, bu tasavvuf inkarcısı şahısların yanlış tercüme ettikleri Kur’an mealleri ve tefsirlerini okuyup,  Kur’an’da adı sırat-ı müstekîm olarak geçen ehli sünnet yolundan çıkıp sapıklık yoluna düşmektedirler. Büyük imam ve alim ve veli zat İmamı Rabbani hazretlerinin yazdıklarını basiret gözü ile idrak edemeyenler, Molla Kasım anlayışı ile, yazılanları ters çevirip, tersten anlatmaya çalışıyorlar. Bu şahıslar, İmamı Rabbani hazretlerinin yazdıklarını okuyup, anlamaktan uzakken, bir de kalkıyorlar tasavvufun T’sinden anlamadıkları halde, aldıkları zahiri bilgilerle İmamı Rabbani hazretleri gibi büyük bir alim ve veliye hakaret içeren yazılar yazmaya, video kasetler doldurmaya kalkıyorlar. “Allahu teala bu şahıslara doğru anlayış yeteneği versin” diyor ve İmam-ı Rabbani hazretlerinin üzerine atmaya çalıştıkları çamurları, konu hakkındaki anlayış eksikliklerine vererek, bunları doğru düşünmeye ve Yüce İmam’a karşı edepli ve saygılı olmaya davet ediyoruz.

Akademik kariyer sahibi olmak bir kimsenin doğruyu bulmasına yetseydi, dünyada bu kadar ateist profesör olur muydu?

        Hepimize yardım ve hidayet Allahu Tealadandır. Vesselam.

Loading

2.065 - 1
DİKKAT: Hakaret, küfür, tehdit içeren mesajlarla ilgili gerekli yasal işlemler yapılır. Tüm gönderilerde IP adresleri ve gönderim tarihi sistem tarafından kaydedilmektedir. Soru veya mesaj göndermeden önce nezaket kurallarına dikkat ediniz.

Aşağıdaki formu doldururken isim kısmında takma ad veya rumuz kullanabilirsiniz. İnternet sitesi kısmını boş bırakınız. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir. Eposta adresiniz yayımlanmaz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


“Abdulaziz Bayındır’a Reddiye” üzerine 25 yorum.

  1. Hadme hacegan sırasında baxı arkadaşlar kendilerini eziyet ediyorlar bağırıyor ve kafasını yerlere vuruyor..Adı na da cezbe diyorlar..Bu konu da bilgi verebilirmisiniz,çok cahilim..Selam ve dua ile.

    1. Hatmede olağan dışı hallerin olması kişinin iradesi ile olmaz. İrade ile oluyorsa o riyadır. Riya ise küçük şirktir.
      Soğukta üşüyen bir kimsenin nasıl ki titremesine engel olması mümkün değilse, kendisine ilahi bir zevk gelen kimsenin de olağan dışı hareketlerine engel olması öyle istem dışı olması hasebiyle mani olması mümkün değildir..

  2. Çok güzel yazmışsınız, Allah senden razı olsun sizden. Siz değerli bir alimsiniz. Bendeniz arştan ve göklerden cahil olarak yaşamışım meğer.. Ben Abdülaziz Bayındır gibi bir sapığa tabi olmakla bugüne dek büyük manyaklık yapmışım. O sebepten İmamı Rabbani gibi büyük bir alim ve evliyayı anlayamamışım.

  3. Boyleleri hoca denmeyi haketmiyor. Bu adamın durumu için bir hadis şöyle der: Aranızda ateşe atılmaya en istekli olan fetva vermeye en istekli olandır.

    1. Bay ankara kodlu Celalettin Özkul! Siz iki satır cümleyi bile doğru yazmaktan yoksunsunuz. Birde kalkmışsınız tasavvufa hakaret ediyorsunuz. Siz ne anlarsınız tevhitten, tasavvuftan? Sizin ne haddinize tasavvuf hakkında söz söylemek.? Siz önce kouşmayı öğrenin!!!

  4. Sayın Hocam Cenab-ı Hak Teala kaleminize kuvvet versin.
    Allah’ın geleceği bilemeyeceğini söyleyen bu sözde hoca kendini ne sanıyor ki, İmamı Rabbani hazretleri gibi büyük bir Allah dostuna sataşıyor? Demek ki ilim cehaleti giderse de, anlayışsızlık baki kalır sözü boşuna söylenmemiş.

  5. Taktak Bey, şeriat zahire bakar. Görülen köy kılavuz istemez. Sizin bahsettiğiniz şahıs evliyaullahın kalbini mi yardı da onlar hakkında çam-kavak lakırtı yapıyor? Rabbimiz Peygamberimize ahirette Makam-ı Mahmud’u vereceğini vaad etmiştir. Bu Kur’an ile sabittir. Allah vadinden dönmez. Aşere-i mübeşşereyi cennetle müjdeleyen O şanlı Peygamberimiz değil mi? Veda Hutbesinde, Cennette kendisine verilecek Havz-ı Kevser’i dünyada iken gördüğünü söylediğini duyup işitmediniz mi hiç ?
    Ayinesi iştir kişinin lafına bakılmaz. O büyük velilerin tezkiye edilmeye ihtiyaçları yoktur. Çünkü Allah onları tezkiye etmiştir. Bunu bilip görmek için yaşantıları ve eserleri yeter. Doğru adamın eğri gölgesi, eğri adamın doğru gölgesi olmaz.

    Din ilmi ikidir. Biri şeriattir. Bunu herkes öğrenebilir. İkincisi ise, İlimi Hakikattir. Bunu ancak Allah’ın ihlaslı kulları öğrenebilir. Eğer buna da delil sorarsanız, Hızır ile Musa Peygamber’in Kur’an’daki kıssası bunun delilidir.
    Allah sizi ve bizi sadıklarla beraber kılsın.

    1. Cenabi Hak basiretimizi açsin ne diyeyim. Öyle üzülüyorum ki; icim kan agliyor kan. Din düsmanlarini, en büyük düsman olan nefsi birakip da, Allah dostlariyla ugraşmalarına anlam vermek mumkün degil. Bugün karşilastigim bir yazida da Saidi Nursi seytanin askeridir denmis. Bu ne edepsizlik, bu ne terbiyesizlik. O insanlar onlar gibi rahat icinde bir elleri yagda bir elleri balda, o seminer senin bu konferans benim dolasmadilar. Onlar ne zorluklarla iman hakikatlerini yaymaya calistilar. İmanlarindan taviz vermediler. Dini mubin-i islami anlatmak adina herseylerinden vazgectiler. O kitaplari yazdilar. Şimdi hazir eserler konmus önünüze istifade edecekleri yerde, karalama kampanyasina girmişler.. Gayretullaha dokunur bu yaptıkları. Allah icin herkes nefsini suclasin. nefsine adavet etsin. Din kardesine değil. Allah sonumuzu hayir eylesin.

    2. Sayın Ebrar, tespitlerinizde çok haklısınız. Keşke o kimseler güzel şeyler söyleselerdi de bizlerde bu tür yazılar yerine başka şeyler yazsa idik. Ama; şeytanlar boş durmuyor. Allah o nefsine köle olan ulema düşmanlarına hidayet etsin diyoruz.
      Selam üzere kalasınız.

  6. Kişlerin imanları kalblerinde olduğu için nasıl oluyorda şahıslar hakkında imanından ve maneviyatından bahsediyorsunuz anlamadım.
    Yarın Rabbim bana ne yapacağını bilmiyorum diyen peygamberin ümmetiyiz. Kimseyi tezkiye edemeyiz. Ançak Allah Yapar biz sadece dış görünüşe ve kitaplarındaki yazılara göre karar veririz. Abdül aziz BAYINDIR’ında yaptığı bu.

  7. Hocam Siz Tasavvuf ehli olduğunuz şimdi anladım.Çünkü Abdülaziz BAYINDIR Tasavvufta ki yanlışları anlatıyor.Bende onun bu anlattıklarını 5 senedir dinliyorum ve araştırıyorum. Acaba dedikleri atmasyon mu yoksa araştırma sonucu mu diye .Ekipleriyle iyi bir çalışma yaptıklarını anlıyorum.İsterseniz sizde arkasından atma yerine yüz yüze görüşseniz veya anlattıklarını önceki bilgilerinizi kafanızın bir tarafında saklayarak okusanız ve dinleseniz. .Ozaman sizde Kur’an-a dönersiniz sanırım.Muhyiddni Arabiler veİmamı Rabbanilere sığınarak konuyu ispatlamaya çalışmazsınız. Çünkü tek doğru söyleyen yalnız Allah’dır. Diğer herkes hata yapabilir. Bunlar Peygamberlerde olsa dahi .
    Vesselam

    1. Ahmet Hilmi Bey, bizim tasavvuf ehli olduğumuzdan bahsetmişsiniz. Eğer öyle isek, tasavvuf ehli olmayan kimselerle tasvvuf üzerine tartışmamız doğru olur mu?
      Bizim yazılarımız, Bayındır’ın arkasından atmak sayılıyorsa, O şahsın İmam-ı Rabbani hazretlerinin üzerine yazdıkları ve konuştukları iftiralar ne oluyor?
      Tasavvuf ehli olmayanların ekibi, tasavvuf hakkında yaptıkları ve yapacakları çalışmaları ancak bir fiyasko veya iftiradan ibarettir. Kasapların, tıbbi konulardaki araştırmaları kadar bile olamaz.
      Biz, dini yazılarımızda, Kur’an’dan ve Rasulullah’ın hadisi şeriflerinden hiç ayrılmadık ki, Kur’an’a dönüşümüzden söz edilsin. Kur’an’a döndüklerini ve O’nun özünden söz ettiklerini iddia eden o malum reformist felsefeci yazarlar, Peygamber Efendimizin Kur’an’a verdiği anlam ile çelişmekteler. Peygamber Efendimiz ise, bu gibi kimselerin tefsirlerinde isabetli olsalar bile hata edeceklerini beyan etmektedir. Kaldı ki o ve onun gibilerin yorumları küfre varacak derecede dalalettir.
      İmamı Rabbani hazretleri öyle büyük bir alim ve ermiş bir zat ki, O’nun maneviyatta ayağının bastığı yere, bu felsefecilerin hayalleri dahi ulaşamaz. Onlar hal ehlidir bahsettiğniz şahıslar gibi kal ehli değildir.
      Hal ise; aynel yakin görülür ve Hakkel yakin yaşanılır.
      Biz Allah’tan başkasına sığınmayız. Ancak vefat etmiş bir evliyaya haksız bir saldırı olursa, işte vakit Allah için onların savunucuları bizler oluruz.
      Siz Tek doğru söyleyen Allah’tır diyerek Peygamberlerin bile doğru söylemediklerini ima ederek küfre girmiş oluyorsunuz. Oysa Allah sizin yalan söylediğinizi ve Rasulünün doğru söylediğini şu ayetlerle beyan etmektedir, mealen:
      -“(O, kendisine vahyedilenden başkasını söylemez.) [Necm 3, 4]
      -“ Dostumuz (ALLAH, Resul’e hitaben) ne sapmış ne de asılsız şeylere inanmıştır. O kendiliğinden bir şey söylemez; söylediği ancak kendisine gönderilen vahiydir, bunu da çok güçlü (Cebrail) ona öğretmiştir.” (En-Necm, 53/5)
      Vesselam.

    2. ahmet bey benim bu tartişmalardan anladığım peygamberlik makamını anlamsızlaştırma gayreti var. abdülazi ve bir kaç adamla insanlara kuran herkesin anlayacağı şekilde inmiş peygambere lüzüm yok fikrini pompalamaya çalişılıyor. bu insanlardan peygambeliklerini ilan etmelerini bile beklerim. hangi kaynaklı olduklarıda aslında herkesin malumu. direk peygambere sataşsa deli damgası yemekten korkan bu isanlar veli zatlara sataşmakla işe başlamışlar. bir filozof mantığı ile bundan öceki tüm sünni alimlerini değersizleştirme faaliyeti sürdürüyor. açıkçası farklı düşünüyorum havası atmak için bu ve bundan daha sapkın fikirleri dillendiren adamlar gördüm

    3. O sapık filozun adamı TAKTAK’a gereken cevabı yazmıştık. Ayrıca size teşekkür ederim gerçeği itirafınızdan dolayı muhterem kardeşim Emrah bey.

    1. Ve aleyküm selam sayın Osmanlı. H. Karaman hakkındaki fikirlerinize aynen katılıyoruz. Ancak; bizim H.Karaman’ın İmam-ı Rabbani hakkında yazmış olduğu bir yazısından alıntı yapmamızın sebebi tamamen, İmam-ı Rabbani hazretlerini karalamaya çalışan A.Aziz Bayındır’a karşı yazdığımız bir reddiye içindi. Zira, A.Aziz Bayındır, H.Karaman’ı bir çok yerde medhü sena etmektedir. Biz de A.Bayındır’a; “o medhettiğin şahıs bile, o büyük İmamı “şu yazısı” ile takdir etmektedir.”demek istedik. Yani; o şahsın kendi delilini, islah ve tevbe etmesine vesile yapmaya çalıştık. Umulurki maksat hasıl olmuştur. Müsterih olasınız diye belirtiyorum ki H.Karaman’ın, bahsettğiniz Ehl-i Sünnet düşmanı reformistler olan Abduh ve Efgani gibi masonları övdüğünü bilmekteyiz.
      Vesselam.

  8. hocam peygamberimizden sonra uzun süre kutbul irşat gelmemiştir de sorun başlıyor zaten,bu anlayamadığımız makamlar,mevkiler bu süreçte başlıyor işte sorun gibi gözüken kimilere sorun olan bu süreçte günümüze kadar gelen sorunlar kavramlar yumağı oluyor,aslında çok basit biz beğendiğimiz şeyleri okadar çok yüceltmeyi seviyoruzki bazen aşırıya hatta şirke bulaşma riskleriyle karşılaşıyoruz,şunu desek yapsak bir velinin makamlarından mevkilerinden bahsedeceğimize övüneceğimize o velinin yaptıklarını ahlakını yaşantısını bilmeye çalışsak çok daha güzel olacak,hem o yüce makamları bizim şimdiden öğrenmemiz bilmemiz bize faydamı sağlıyor zararmı,biz kul olmaya çalışıp nefsim şuanda emmaredemi yoksa mülhimedemi bunun ayarını bilgisi bize bağlı değilki biz yaşayacağız bir bakarsın iyi ahlaklı olur sabırlı oluruz bir bakarsın aynı kişi farklılaşır imtihan dünyası,velileride vasıfları makamlarıyla değil güzel ahlakıyla yaşantısıyla bilecez sevecez diğer mevkileri bilmeye çalışmıyacaz derim bence,böyle sözler diğer insanların kafasını karıştırıyor sanki islam karmaşık zor farklı yaşantılarla dolu sanılıyor buda zarar veriyor bence,saygılarımla değerli hocam

    1. Haklısın. İnsanlar kendilerini ilgilendiren şeyleri değil de alakaları olmayan şeylerle uğraşmayı daha çok severler ekseriyetle. Bize burada bu yönde bir soru soruldu, bu yüzden konuya girdik. Yoksa insanların anlayamadığı ve ulaşamayacağı şeyleri yazmak üzerimize düşmez. Selametle.

    2. Sayın okuycularımız, sitemize ilgi ve alakanıza teşekkürler eder, sırat-ı müstekîm olan ehl-i sünnet yolu anlayışınızda ki hasasiyetinizin sonsuza dek devamını Cenab-ı zül-Celâl’den, hayrul-beşer hurmetine temenni ve niyaz ederiz. İSLAM DERGİSİ

  9. “ Kutb-i irşâd, kemâlât-ı ferdiyyeye de mâlikdir. Çok az bulunur. Asrlardan, çok uzun zemân sonra, böyle bir cevher dünyâya gelir. Kararmış olan âlem, onun gelmesi ile aydınlanır. Onun irşâdının ve hidâyetinin nûrları, bütün dünyâya yayılır. Küre-i arzın ortasından tâ Arşa kadar, herkese rüşd, hidâyet, îmân ve ma’rifet Onun yolu ile gelir. Herkes, ondan feyz alır. Arada o olmadan, kimse bu ni’mete kavuşamaz. Onun hidâyetinin nûrları, bir okyânûs gibi, bütün dünyâyı sarmışdır. O deryâ, buz tutmuşcasına hiç dalgalanmaz. “
    HOCAM BURDA PEYGAMBERİMİZDEN VE ONUNLA GELEN AYDINLIK NURDAN BAHSEDİYOR,KARARMIŞ OLAN ALEM ONUN GELMESİYLE AYDINLANIR DİYOR O KİM PEYGAMBERİMİZ BENCE,NE DİYOR HERKESE RÜŞD,HİDAYETİİMAN VE MARİFET ONUN YOLUN İLE GELİR ONUN YOLU DEDİĞİ PEYGAMBERİMZİN BİZE ÖĞRETTİĞİ İSLAM YOLU HAK YOLU BENCE BEN ÖYLE ANLADIM SAYGILARIMLA,

    1. Tabii ki o bahsedilen alemlerin hidayetine vesile olan zat, Peygamber Efendimizdir. Zaten kutb-i irşadtan bahsederken orada doğrudan doğruya kendisinden bahsetmiyor. O şahıs diye bahsediyor. Ama şu da bir gerçektir ki, Peygamberimizin vefatından sonra uzun yıllar kutb-i irşad gelmemiştir ta ki, imam-ı gazali’ye kadar. sonra imam-ı rabbani gelmiş ve mehdi aleyhisselam gelecektir inşaallah. Bu sorunuz sebebi ile ilgili yazıya şerh koydum. oradan okuyabilirsiniz.

Bir yanıt yazın