Kadere İman Nedir? Cüzi İrade Nedir?

kader- hk ayet Bismillâhirrâhmânirrahîm
Her hayrın ve şerrin yegane yaratıcısı kendisinden başka İlah olmayan Allahu Tealadır. O’nun eşi ve benzeri ve dengi yoktur. Herkese kuvvet ve hayat veren O’dur.  

 

     SORU: Kaderi İnkâr etmek küfür olur mu?    

     CEVAP: Kaderi İnkar etmek elbette küfürdür. Zira bu husus Müslüman olmanın altı şartından birisidir. Bu husus Kur’an, Hadis ve İcma ile sabittir.

     KADER NEDİR?
CEVAP:
Kur’an-ı Kerim’de Kaderle ilgili bir ayeti kerime de, mealen;
-” De ki: “Allah’ın bize yazdığı şeyden başkası, bize asla isabet etmez. O, bizim Mevlâ’mızdır ve artık mü’minler, Allah’a tevekkül etsinler.”
( Tevbe – 51 ) Buyurulmaktadır.

Allahu Teala, gerek kullarının iradeleriyle yapacakları veya onların iradeleri olmaksızın başlarına gelebilecek her türlü işi bilip Levh-i Mahfuz’a yazmasına KADER denir. Yukarıda zikrolunan ayette ifade edilen kader (alın yazısı), iki şekilde açıklanabilir.
      Birincisi; kulların iradesi olmadan başlarına gelen iyi veya kötü durumlar. Bir kimsenin bu dünyaya erkek veya kadın olarak gelmesi, bedeninin şekli, anne ve babasının kimler olacağı, doğal afetler gibi şeyler kulun seçimine bağlı olmayan kader türündendir.
      İkincisi; kulların iradeleri, yani kendi seçimleri sebebiyle başlarına gelen iyi veya kötü durumlardır.  Kulun kendi seçimi ile müslüman veya inançsız olması, günahkar veya salih bir mü’min olması da ikinci tür kaderdendir.

CÜZ-İ İRADE:  Kulun hayır veya şerden birini seçme hakkıdır. Buna Kur’an’dan delil, mealen :
– “Ve de ki: O hak Rabbimizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (kehf-29)
Bu ayet-i kerime bize insanın iradesinin olduğunu ve onun programlanmış bir robot olmadığını gösteriyor.

Hayır ve Şerrin Allahü Teâlâdan Olduğuna İnanmak Ne Demektir?
Kula verilen cüzi irade ile kulun, hayır veya şerden birisini seçmesinden sonra o  işi Allahu Teala’nın yaratmasıdır. Kul bu işin yaratılmasını tercih etmesinden dolayı işin sorumlusu olmaktadır. Yani; işin tercih sahibi kul, yaratanı ise Allah’tır. Zira kulun yaratmaya gücü yoktur.
İnsanların bir çoğu insanın iradesinin sebep olmadığı alın yazısı ile, cüzi iradenin sebep olduğu alınyazısını birbirine karıştırdıkları için; “İnsan kendi kaderini kendisi yaratır.” diyerek küfre girmektedirler.


SORU: Kaderde bir şey alınyazımız yani, kaderimiz olduğu için mi o işi yapmak zorundayız ?

     CEVAP: Kaderi yaratan Allahü teâlâdır. Allahu Teala hadis-i kudside şöyle buyurdu, mealen:
-“ Ben âlemlerin Rabbiyim, hayrı da, şerri de ancak ben tayin ederim. Hakkında şer yazdığıma yazıklar olsun, hakkında hayır yazdığıma ise ne mutlu.” (Hadis-i İbn-i Neccar)

Bu hadis-i kudsinin Ehl-i Sünnete göre açıklaması şöyledir: Allahü teâlâ, kullarının iyilik mi, kötülük mü işleyeceklerini, Cennetlik mi Cehennemlik mi, olacaklarını ezelî ilmi ile bildiği için yazar. Bunları yazdığı için kul öyle yapmak zorunda değildir.
Sapık Cebriye Mezhebi konuyu yanlış anladığı için: “Allah yazdığı için yapmak zorundayız” der.
Sapık Mutezile Mezhebi ise, Allah’ın kaderini inkâr ederek:”Kul kendi kaderini yaratır.”demektedir.
Ama bir insanın erkek mi, kadın mı olacağı, ne zaman öleceği, nasibinin(yiyeceği ve içeceğinin) ne kadar olacağı, anne babasının, ırkının ne olacağını Allahu Teala takdir etmiştir. Ama bir kimse bir kimseyi kasden öldürürse, öldüren asla masum değildir. Fakat kasıt ve ihmal olmadan bir kimsenin ölümüne sebep olunursa, buna da kaza denilir. Çünkü bu işte kulun iradesi yoktur. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdular ki: 
-“ Bütün işler Allahü teâlâdandır; hayır olanı da şer olanı da.” Yani; hayrın ve şerrin yaratıcısı O’dur. (Taberani)
B
ir misal: 
Tahmin oyunu oynayan insanlar, at yarışlarında tahminler yapıp kumar oynuyorlar. Bu kimseler tahminlerini tahmin kağıtlarına; “Şu at bu yarışı kazanacak.”diye yazarak tahminlerde bulunuyorlar. O at, o yarışı kazandığında, “Bu adam bu tahminini yazdığı için, bu at bu yarışı kazandı.” denilebilir mi?
İnsanların bu yaptıkları, bir tahminden ibarettir. Ya tutar, ya tutmaz. Ama Hazreti Allah’ın kulun yapacaklarını ezelde bilmesi, bir tahmin değil kesin bir ilimdir. Onların gelecekte ne yapacaklarını önceden bilip yazması, kulu bu işi yapmaya zorlamaz.

Peygamber(s.a.v.) Efendimize alınyazısı hakkında Eshabtan birisi:
-“Ya Resulallah, yaptığımız ve yapacağımız işler önceden takdir edilip yazıldığına göre, iş yapmanın ne önemi vardır?” diye sorduğunda, Rasulullah:
-“Herkes, kendi işine hazırlanır” ve “Herkes önceden takdir edilmiş olan işlere hazırlanır” buyurdu.(Müslim, Tirmizi)

Aynı suali soran, başka birine de, Şems suresini okudu. İlgili kısmın meali şöyle:  -”

– “Sonra da ona (nefse) kötülük ve takva (küfrü ve imanı, günahı ve sevabı seçme) kabiliyetini verene yemin
olsun ki” 
(Sure-i Şems-8) 
-“Nefsini kötülüklerden temizleyip faziletlerle dolduran kurtuldu.” (Sure-i Şems-9)  
-“Nefsini günahta, cehalette, dalalette bırakan, zarar etti.”
(Sure-i Şems-10)

    K A Z A  ve  K A D E R

    İnsanlara gelen hayır ve şer, fayda ve zarar, kazanç ve ziyanların hepsi, Allahü teâlânın takdir etmesi iledir.
Kader,lügatte, bir çokluğu ölçmek, hüküm ve emir demektir. Allahü teâlânın ezelde, bir şeyin varlığını dilemesine kader denilir.
Kaza: Kaderin, yani varlığı dilenilen şeyin var olmasına Kaza denir. Kaza ve kader kelimeleri, birbirinin yerine de kullanılır. Buna göre kaza demek, ezelden ebede kadar yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde dilemesidir. Bütün bu eşyanın, kazaya uygun olarak, daha az ve daha çok olmayarak yaratılmasına kader denir. Allahü teâlâ, olacak her şeyi ezelde, sonsuz öncelerde bilmesi ilmine kaza ve kader denir.
Kadere iman farzdır. Bu husus Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler ile bildirilmiştir. Allahü teâlâ, ezeli ilmiyle, insanların ve diğer mahlûkatın, ne zaman doğacağını, ne zaman öleceğini ve ne yapacaklarını bilir. İlahın her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi gerekir. Bilmeyen, gücü yetmeyen, muhtaç olan, ölümlü olan ilah olamaz. Allahü teâlâ, herkesin ne yapacağını bilir.  
İnsanların başına gelecek olaylar, doğacakları, ölecekleri ve ne iş yapacakları gibi bütün bilgiler, levh-i mahfuz denilen bir kitaptadır. Bu kitaptaki bilgilere kader denilir. 

     Allahu Teala, Kur’an-ı kerimde kader hususunda buyurduki, mealen:
-“Biz, her şeyi kader ile [bir ölçüye göre] yarattık.” (Kamer 49)
-“Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir” 
(Bekara 255)
 -“Yeryüzünde vuku bulan ve başınıza gelen bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitaba (levh-i mahfuza) yazmış olmayalım. Elbette bu, Allah’a kolaydır.” (Hadid 22) 

-“Yaptıkları küçük büyük her şey, satır satır kitaplarda yazılmıştır.” (Kamer 52, 53)

  -“Sonra o kaderin ardından (Allah) üzerinize öyle bir eminlik, öyle bir uyku indirdi ki, o, içinizden bir zümreyi örtüp bürüyordu. Bir zümre de canları sevdasına düşmüştü. Allah’a karşı, cahiliyet zannı gibi, hakka aykırı bir zan besliyorlar ve “Bu işten bize ne?” diyorlardı. De ki: “Bütün iş Allah’ındır”. Onlar sana açıklamayacaklarını içlerinde saklıyorlar (ve) diyorlar ki: “Bize bu işten bir şey olsaydı burada öldürülmezdik“. Onlara şöyle söyle: “Eğer siz evlerinizde olsaydınız bile, üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar yine muhakkak yatacakları (öldürülecekleri) yerlere çıkıp gidecekti. Allah (bunu) göğüslerinizin içindekini denemek ve yüreklerinizdekini temizlemek için yaptı. Allah göğüslerin içinde olanı bilir.” (Al-i imran: 154)

-“Her ümmetin bir eceli vardır. O ecel geldiğinde, ne bir ân erteleyebilirler, ne de öne alabilirler.” ( A’raf: 34)


-“De ki: “Hiçbir zaman bize Allah’ın bizim için takdir ettiğinden başkası dokunmaz. O bizim mevlamızdır. Müminler yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.” (Tevbe: 51)


-“De ki, “Ben, Allah’ın dilediğinin dışında kendi kendime ne bir zarar ne bir fayda verebilirim”. Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince artık ne bir an geri, ne bir an ileri gidebilirler.”  (Yunus: 49)


-“Yeryüzünde rızkı Allah’a ait olmayan hiçbir canlı yoktur. O, onların karar kıldıkları yerleri de, emaneten durdukları yerleri de bilir. Onların hepsi apaçık bir kitaptadır.”
(Hûd:6)

-“Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Lehv-i mahfuzda) bulunmasın.” (Neml:75)


-“Peygambere Allah’ın takdir ettiği, mübah kıldığı şeyde bir darlık yoktur. Bundan önce geçen bütün peygamberler hakkında Allah’ın sünneti böyledir. Allah’ın emri ise biçilmiş bir kaderdir.”
(Ahzab: 38)
    -“Hem Allah sizi bir topraktan, sonra bir damla sudan yarattı. Sonra sizi çiftler kıldı. O’nun bilgisi olmadan ne bir dişi hamile olur, ne doğurur. Kendisine ömür verilenin de ömrünün uzatılması da, ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır. Şüphe yok ki bu, Allah’a göre kolaydır.” (Fâtır:11)
    – “Allah’ın izni olmayınca hiç bir musibet isabet etmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya götürür. Allah her şeyi bilendir.” (Teğabun:11)
-“Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey, Ondan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de, apaçık kitaptadır.”
(Sebe 3)


    KADER HAKKINDAKİ HADİS-İ ŞERİFLER:

    Peygamber (s.a.v.) Efendimiz buyurdular ki:

“Allah, göklerle yeri yaratmadan elli bin sene önce, mahlûkatın kaderini (Kalemle) yazdı. Arşı da, su üzerindeydi.” (Müslim, Kader, 2/16)
-“Ahir zamanda fala inanıp, kaderi inkâr edenler  çıkacaktır” (Tirmizi)
-“Kaderi inkâr edenin İslam’dan nasibi yoktur.” (Buhari)
“Ahir zamanda, şu üç şeyden korkuyorum: Müneccimlere (falcılara) inanmak, kaderi inkâr ve idarecilerin zulmü.” (Taberani, İbni Asakir,)

-“Ümmetim kaderi inkâr etmedikçe, dinde sabittir. Kaderi yalanlayınca helak olurlar.” (Taberani)
Peygamber(s.a.v.)Efendimiz buyurdular ki:
-“Şu üç şeyden korkuyorum: Âlimin sürçmesi, Münafıkların Kur’an böyle diyor diyerek tartışmaya girişmesi, Kaderin inkâr edilmesi.” (Taberani)
-“Kaderden bahsedilince dilinizi tutunuz!”(Taberani) Yani; herkes kendi aklına ve mantığına göre değil de, ehl-i sünnet ulemasının KUR’AN VE SÜNNETE GÖRE YAPTIKLARI açıklamalarına göre kaderden söz etmelidir. Aksi durumda bilmeden sonsuz bir çıkmaza düşmüş olabiliriz. 

-“Kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna iman etmedikçe, başa gelenin asla şaşmayacağına, başa gelmemesi mukadder olanın da asla gelmeyeceğine inanmadıkça, hiç kimse iman etmiş sayılmaz.” (Tirmizi)

-“Allahü teâlâ, ilk önce Kalemi yaratıp, “Kaderi, olanı ve sonsuza kadar olacak olanı yaz” buyurdu.”(Tirmizi, Ebu Davud)

Rasulullah(s.a.v.) Efendimiz buyurdular ki:
  “Bütün Peygamberler şunlara lanet etmiştir:
1) Allah’ın kitabında olmayan şeyi ona ekleyen
(Kur’anda böyle yazıyor diye yalan söyleyen, Kur’anı kendi görüşüne göre tevil eden),
2) Allah’ın kaderini inkâr eden,
3) Allah’ın zelil ettiğini aziz, aziz ettiğini de zelil eden zalim idareci.”
(Taberani)
Yani; fâsık bir kimseye değer vermek, onu itibarlı bir yere getirmek, salih bir kimseye değer vermemek, onu itibarsız, aşağı bir yere getirmek gibi.
Yine bir başka sahih hadiste Rasul-i Ekrem şöyle buyurur:
-“Kaderiyenin İslam’dan nasibi yoktur. Bunlar, Şer takdir edilmedi derler.” (Beyheki) (Kaderiye, Mutezile demektir.)
“Denge, Rahman Allahü Teâlânın kudret elindedir. Kimini yükseltir, kimini alçaltır.” (Bezzar)
-“Allahü teâlâ, hayır murat ettiğinin maişetini kolaylıkla verir. Şer murat ettiğinin ise, maişetini zorlukla karşılaştırır.” (Beyheki)
-“Ümmetimin helaki üç şeydedir: Irkçılık, kaderi inkâr ve nakle itibar etmemek .” Yani; kendi görüşünü din gibi anlatmak. (Taberani)
-“Her şey ezelde yazıldı. Kalem kurudu.” (Tirmizi)Yani; kader, takdir son buldu ve kaleme yazacak bir şey kalmadı.
-“Bütün insanlar toplanıp sana fayda vermek için çalışsalar, ancak Allahü teâlânın senin için takdir ettiğinden fazlasını yapamazlar. Eğer bütün insanlar, sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allahü teâlânın senin hakkında takdir ettiği zarardan fazlasını veremezler. Çünkü artık kaderi yazan kalem kurudu, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşti.” (Tirmizi) 

SORU: Bazı kimseler kader hakkındaki hadisi şerifler;” Emeviler dönemindede insanların başlarına gelen bir çok olumsuzluğu kadere bağlayarak zalim hükümdarların sorgulanmasını önlemek için kullanılmış ve bu yönde bir kader inancı oluşturulmuş ve bunu destekler mahiyette bir çok hadiste uydurulmuştur.”diyorlar. Bunu nasıl izah edebilirsiniz?
CEVAP:  Yukarıda KADER HAKKINDA yazılı hadisi şerifler en sahih hadislerdir. Bunların hadis olmadığını iddia etmek ÇOK BÜYÜK BİR İFTİRADIR. İftiradan ve iftiracıların şerrlerinden Allah’a sığınırız. Muhaddislerden önce İmam-ı Azam ve O’nun halifeleri  bu hadisi şeriflerle içtihat ettiler ve değerli eserlerinde bunlar mevcuttur.
İmamı Azam hazretleri, ilmini Ehl-i Beytin oniki İmamlarından olan Cafer-i Sadık hz.lerinden aldı. Caferi Sadık hz.leri de ilmini dedeleri hz. Zeynel Abidin, hz. Hüseyin ve hz. Ali’den aldı. O’da Peygamber(s.a.v.) Efendimizden aldı. Aklı ve vicdanı olan bir kimsenin Ehl-i Beyte düşmanlıkları bariz olan Emevilerden, Caferi Sadık hazretlerinin ve İmamı Azamın uyduruk hadisler nakledeceğini  nasıl iddia edebilir? Bu mel’unlar iftiracılar bu hadisi şeriflere “uyduruk” deyip, Allah’tan korkup bu iftiraların hesabını vermeyeceklerini mi sanıyorlar? İmamı Azam hazretlerini Emevi hükümdarları hapsettiler ve hapiste işkence yaptılar. Abbasi halifeleri ise O’nu katlettiler. Emevi ve Abbasi halifelerinin gazabına ve zulmüne maruz kalmış büyük imam, İmamı Azam ve O’nun değerli halifeleri, Emevilerin ve Abbasilerin uydurduğu hadisleri, hadis olarak nakledeceğini hangi akıl ve vicdan kabul edebilir?
İnsanların, meleklerin, cinlerin ve hayvanların, bitkilerin, özet olarak canlı ve cansız varlıkların her bir şeyin olup olmaması, kulların iyi ve kötü işleri, dünyada ve ahirette, bunların cezasını görmeleri ve her şey, ezelde, Allahü teâlânın ilminde var idi. Bunların hepsini ezelde biliyordu. Ezelden ebede kadar olacak, eşyayı, özellikleri, hareketleri, olayları, ezelde bildiğine uygun olarak yaratmaktadır. İnsanların iyi ve kötü bütün işlerini, Müslüman olmalarını, küfürlerini, istekli ve isteksiz bütün işlerini, Allahü teâlâ yaratmaktadır. Yaratan, yapan yalnız Odur. Sebeplerin oluşumuna vesile olduğu her şeyi yaratan Allahu Tealadır.. Her şeyi bir sebep ile yaratmaktadır.

Allahü teâlâ dileseydi, her şeyi sebepsiz yaratırdı. Ateşsiz yakardı. Yemek yemeden doymak hissi verirdi. Kuşları kanatsız, insanları ayaksız yürütürdü. Ancak; lütfedip, kullarına iyilik ederek, her şeyi yaratmasını bir sebebe bağladı. Belirli şeyleri, belli sebeplerle yaratmayı diledi. İşlerini, sebeplerin altına gizledi. Kudretini sebeplerle perdeledi. Onun bir şeyi yaratmasını isteyen, o şeyin sebebine yapışır, o şeye kavuşur. Evi aydınlatmak isteyen elektrik teşkilatını eve kurdurup lambanın düğmesine basar. Cennete gidip, sonsuz nimetlere kavuşmak isteyense, İslamiyet’e uyar. Zehir içen ölür, ilaç kullanan şifa bulur. Günah işleyen, imanın gitmesine sebep iş ve sözleri kullananın imanı gider ve Cehenneme girer. Herkes, hangi sebebe başvurursa, o sebebin vasıta kılındığı şeye kavuşur. Müslüman kitaplarını okuyan, Müslümanlığı öğrenir, sever, Müslüman olur. Dinsizlerin arasında yaşayan, onların sözlerini dinleyen, din cahili olur. Din cahillerinin çoğu kâfir olur. İnsan hangi yerin vasıtasına binerse, oraya gider.
İyilik isteyene iyilik, kötülük yapmak isteyene kötülük yaratılır. Kul bunu tercih etmesi sebebi ile sorumlu olur.

       Kaza ve Kader Hakkında İmam-ı Rabbani hazretleri 1. Cild 217. Mektubunda şöyle bir açıklama yapmaktadır:

Cebrâîl (aleyhisselâm), bir gün, Peygamberimize (aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât) gelip, bir gencin, yarın sabâh, erkenden öleceğini haber verir. Peygamber efendimiz (aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm), bu gence acıyıp, huzûr-i se’âdetlerine çağırır. Ne isteği olduğunu sorar. (Bir kız ile evlenmek ve bir de, tatlı isterim) der. Emr buyurup, ikisini de hemen hâzırlarlar. Genç, o gece, odasında âilesi ile oturmuş, tatlı yanlarında iken, kapıya bir fakîr gelip, -“Açım, Allah rızâsı için bir şey verin!” der.
Genç, tatlının hepsini, fakîre sadaka verir. Sabâh olunca, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), gencin ölüm haberini bekler. Uzun zemân, haber gelmeyince, birini gönderip sorar. Gencin sağ ve keyf yapmakda olduğunu söylerler. Hayret eder. O sırada, Cebrâîl (aleyhisselâm) gelir. Ona sorar. Cebrâîl (aleyhisselâm):

    -“Gencin tatlıyı sadaka vermesi, gelmekde olan belâyı geri çevirdi.” der ve gencin yasdığı altında, büyük bir yılanı ölü olarak bulurlar.

Bu haberi, Cebrâîl’in (aleyhisselâm) yanılması olarak câiz görmiyorum. Yâhud, Cebrâîl aleyhisselâmın ma’sûm olması, emîn olması ve hiç yanılmaması, vahy şeklinde getirdiği şeylerdedir. Ya’nî, Allahü teâlâ tarafından indirdiği şeylerde, yanlışlık ihtimâli yokdur. Bu genç için getirdiği haber ise vahy değildir. Levh-i mahfûzda görüp öğrendiği birşeyi haber vermişdir. Levh-i mahfûzda yazılı şeyler, silinip değişdirilebildiğinden, buradan öğrenilen haberler yanlış olabilir. Allahü teâlâ tarafından getirilen şeylerin ise, yanlış olmak ihtimâli yokdur. Şehâdet ile ihbâr arasında fark vardır. İslâmiyyetde, şâhid olmak kabûl olunur. Haber vermeğe ise güvenilmez.

      Kazâ, ya’nî Allahü teâlânın yaratacağı şeyler, iki kısmdır: (Kazâ-i mu’allak), (Kazâ-i mübrem). Birincisi, şarta bağlı olarak, yaratılacak şeyler demekdir ki, bunların yaratılma şekli değişebilir veyâ hiç yaratılmaz. İkincisi, şartsız, muhakkak yaratılacak demek olup, hiçbir sûretle değişmez, muhakkak yaratılır. Kaf sûresinin yirmidokuzuncu âyetinde meâlen, “Sözümüz değişdirilmez” buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, kazâ-i mübremi bildirmekdedir.
      Kazâ-i Mu’allak için de, Ra’d sûresinde, “Allahü teâlâ, dilediğini siler, dilediğini yazar” meâlindeki, yirmidokuzuncu âyet-i kerîme vardır.

     Hocam, Muhammed Bâkî-billah (kuddise sirruh) buyurdu ki, seyyid Abdülkâdir-i Geylânî (kuddise sirruh), ba’zı kitâblarında buyurmuş ki:
  -“Kazâ-i mübremi kimse değişdiremez. Fekat ben, istersem, onu da değişdirebilirim”.
Bu söze şaşar ve olacak şey değildir derdi. Hocamın bu sözü, uzun zemândan beri, zihnimi kurcalamışdı. Nihâyet, Allahü teâlâ, bu fakîri de, bu ni’meti ihsân etmekle şereflendirdi. Bir gün, sevdiklerimden birine, bir belâ geleceği, ilhâm olundu. Bu belânın geri döndürülmesi için, cenâb-ı Hakka çok yalvardım. Bütün varlığım ile, Ona sığındım. Korkarak, sızlıyarak, çok uğraşdım. Bu belânın, Levh-i mahfûzda kazâ-i mu’allak olmadığını, bir şarta bağlı olmadığını gösterdiler. Çok üzüldüm, ümmîdim kırıldı. Abdülkâdir-i Geylânînin (kuddise sirruh) sözü hâtırıma geldi. İkinci def’a olarak, tekrâr sığındım, çok yalvardım. Aczimi, zevallılığımı göstererek niyâz etdim. Lutf ve ihsân ederek kazâ-i mu’allakın iki dürlü olduğunu bildirdiler: Birisinin şarta bağlı olduğu, levh-i mahfûzda gösterilmiş, meleklere bildirilmişdir. İkincisinin şarta bağlı olduğunu, yalnız Allahü teâlâ bilir. Levh-i mahfûzda, kazâ-i mübrem gibi görülmekdedir ki, bu kazâ-i mu’allak da, birincisi gibi değişdirilebilir. Bunu anlayınca, Abdülkâdir-i Geylânînin (kuddise sirruh) sözündeki, kazâ-i mübremin, bu ikinci kısm kazâ-i mu’allak olduğunu ve kazâ-i mübrem şeklinde görüldüğünü, yoksa, “hakîkî kazâ-i mübremi değişdiririm” demediğini anladım. Böyle kazâ-i mu’allakı, pekaz kimseye tanıtmışlardır. Yâ, bunu değişdirebilecek kim bulunabilir? O sevdiğim kimseye, gelmekde olan belânın, bu son kısm kazâdan olduğunu anladım ve Hak “sübhânehu ve teâlâ”nın bu belâyı geri çevirdiği ma’lûm oldu. Allahü teâlâya, bunun için çok şükr olsun! Ona sevdiği ve beğendiği gibi şükrler olsun ve bütün insanların en üstünü ve Peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed Mustafâya (aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât) ve Ona yakın olanların ve Eshâbının hepsine (rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în) salât ve selâm ve tehıyyetler olsun! Allahü teâlâ, Onu âlemlere rahmet olarak gönderdi. Yâ Rabbî! Kalblerimizi Onun sevgisi ile doldur. Hepimizi Onun yolunda bulundur! Bu düâya âmîn diyenlere, Allahü teâlâ merhamet etsin!”

İmam-ı Rabbani hazretlerinin bu açıklamalarından da  anlaşıldığı gibi; hadis-i şeriflerde sadakanın, sıla-i rahmin ve yapılan iyiliklerin ömrü uzattığı ve birçok belaların uzaklaşmasına sebep olduğunun belirtilmesi, kaza-i mübremin değişmesi değilde, kaza-i muallakın değişeceği söz konusu olmasıdır. Kaza-i Muallakta yazılı olan bela ve ölümler şarta bağlıdır. Bir kimse bir sadaka verirse, veya bir iyilik yaparsa veya bir kötülüğü terk ederse, o durumda Kaza-i Muallakta yazılı olan belalar kaldırılıyor veya azaltılıyor, o kimsenin ömrü uzatılıyor olmasıdır.
HERKESE RAHMET VE HİDAYET ALLAH’TANDIR.
Vesselam.

İTİRAZ:

Şaban K. İsimli bir okuyucunun     Tarihli İtirazı:
Kuran da Bakara 177 , 284-285 ve Nisa 136  olmak üzere üç yerde iman umdeleri sayılır. Allaha peygamberlerine kitaplara meleklere ve ahiret gününe iman etmeye çağırılır. Ve bunların hiç birinde kadere imandan bahsedilmez. Meraklıları açsınlar baksınlar. Yukarıda kadere imanı ispat sadedinde yazdığınız ayetlerin biri hariç hiçbirisinde kader kelimesi dahi geçmemektedir. sadece 33.38 de kader kullanılır oda “ölçü” anlamındadır.

CEVAP: Şaban Bey,“Kuran da Bakara 177 , 284-285 ve Nisa 136 olmak üzere üç yerde iman umdeleri sayılır. Allaha peygamberlerine, kitaplarına, meleklerine ve ahiret gününe iman etmeye çağırılır. Bunların hiç birisinde kadere imandan bahsedilmez.” diyorsunuz. Kur’an’da KADER kelimesinin, iman konularının içinde geçmediğini ifade ediyorsunuz. Kadere iman orada geçmiyorsa, Ahzab Suresi 38. ayetteki kader kelimesi nedir?
Bu kelimenin “ölçü” anlamında olduğunu söylüyorsunuz.

Kaderin Arapça kelime anlamı: ”Gücü yetmek; planlamak” demektir. Ölçü de, plan dahilindedir.
Kader kelimesi lügatte, bir çokluğu ölçmek, hüküm ve emir demektir. Allahü teâlânın ezelde, bir şeyin varlığını dilemesine kader denilir. Kaza: Kaderin, yani varlığı dilenilen şeyin var olmasına Kaza denir. Kaza ve kader kelimeleri, birbirinin yerine de kullanılır. Buna göre kaza demek, ezelden ebede kadar yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde dilemesidir. Bütün bu eşyanın, kazaya uygun olarak, daha az ve daha çok olmayarak yaratılmasına kader denir. Allahü teâlâ, olacak her şeyi ezelde, sonsuz öncelerde bilmesi ilmine kaza ve kader denir.
Kadere iman farzdır. Kaderi inkar etmek küfürdür. Bu husus Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler ile bildirilmiştir. Allahü teâlâ, ezeli ilmiyle, insanların ve diğer mahlûkatın, ne zaman doğacağını, ne zaman öleceğini ve ne yapacaklarını bilir. Ahzap Suresi 38. ayetinde geçen “kader” kelimesini “ölçü” deyip geçmişsiniz. Belli ki, ayetin nuzül sebebini bilmeden mana vermektesiniz. Zira, Peygamberimizin evlatlığı Zeyd’in boşadığı Zeynep hanımla, Efendimiz nikah yapmak hususunda tereddüt edince bu ayet nazil olmuştu. Allahu Teala 38. ayette mealen;
Allah’ın emri ise biçilmiş bir kaderdir.” buyurarak, bu nikahın Allah’ın takdir ettiği bir kader olduğunu belirterek Rasulullah’ın Zeynep validemizle evlenmesinde bir sakıncanın olmadığını belirtiyor. İşte o ayetin meali:
-” Peygambere Allah’ın takdir ettiği, mübah kıldığı şeyde bir darlık yoktur. Bundan önce geçen bütün peygamberler hakkında Allah’ın sünneti böyledir. Allah’ın emri ise biçilmiş bir kaderdir.” (Ahzab: 38)

     HER ŞEY KUR’AN’DA AÇIK OLARAK GEÇMEZ. CENAZE NAMAZI ve ONUN NASIL KILNACAĞI, NAMAZLARIN KAÇ REKAT OLUŞU VE NASIL KILNACAĞI, CUMA NAMAZININ KAÇ REKAT OLUŞU VE NASIL KILNACAĞI gibi…
Sayın Şaban Bey, Emevi ve Abbasi halifelerinin gazabına ve zulmüne maruz kalmış büyük imam, İmamı Azam ve O’nun değerli halifeleri, Emevilerin ve Abbasilerin uydurduğu hadisleri, hadis olarak nakledeceğini aklınız ve vicdanınız kabul ediyor mu?     Yukarıdaki yazımızı lütfen, daha dikkatle okumanızı tavsiye ederiz.
HERKESE RAHMET VE HİDAYET ALLAH’TANDIR

EK: 1
Sapık Kader inkârcıları şöyle bir yazı yayınlamışlar; “Kader deyip geçme. Bak ne diyor Sırrın Sahibi;  “BİZ HER İNSANIN KADERİNİ, KENDİ ÇABASINA BAĞLI KILDIK” (İsrâ : 13)      Bu ihanet sitesi, İsra Suresi 13. ayetin meali diye yayınladığı cümlenin, İsra Suresi 13. ayetle hiç bir ilgisi yoktur. Muteber Kur’an Melalleri ve gerekse kendi Arapça bilgimiz ile yukarıdaki meali karşılaştırdığımız da, apaçık bir çarpıtmanın olduğu bariz olarak gözükmektedir. İşte İsra Suresi 13. ayetin Elmalı Meali: -” Her insanın amel defterini boynuna doladık, kıyamet günü açılmış bulacağı  kitabı önüne çıkarırız.  (İsra – 13) Şu meali şerifte Diyanetindir: -“ Her insanın amelini (veya kaderini) boynuna bağladık. İnsan için kıyamet gününde,   açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.” (İsra-13)

Bu site imanın altı şartından biri olan Kadere İmanı inkâr ederek Müslümanların inancına hakaret etmektedir. İşte sapıkların yayınladıkları yazının devamı:   “YANLIŞ KARDER İNANCINDAN UZAK DURUN…  Kader inancı zalimlerin ve tağutların en çok sevdiği inançtır. Önce zulmederler, soyarlar asarlar-keserler sonrada “Ne yapalım ilahi taktir bizi başa geçirdi, siz buna müstehaksınız. Kader konusunda eleştirdiğimiz yönetici kainatın yöneticisi Allah değil, O’nun adını kullanarak insanları sömüren zalimler ve bu inancı İslam diye anlatan sapıklardır..”

Bu kader münkirleri, Kaderi inkar eden sapık Mutezile Mezhebinin müdavimleridir. Akıllı bir mümin, Kur’an’daki kaderle ilgili onca ayete rağmen kaderi inkâr eden bu kimselerin oyunlarına gelmemelidir.

Bekir Abdullah 30 Ocak 2013

 

Loading

5.090 - 1
DİKKAT: Hakaret, küfür, tehdit içeren mesajlarla ilgili gerekli yasal işlemler yapılır. Tüm gönderilerde IP adresleri ve gönderim tarihi sistem tarafından kaydedilmektedir. Soru veya mesaj göndermeden önce nezaket kurallarına dikkat ediniz.

Aşağıdaki formu doldururken isim kısmında takma ad veya rumuz kullanabilirsiniz. İnternet sitesi kısmını boş bırakınız. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir. Eposta adresiniz yayımlanmaz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


“Kadere İman Nedir? Cüzi İrade Nedir?” üzerine 10 yorum.

  1. olayın bütününe sadece mataryalist bir bakışla bakılıp değerlendirme yapılması sonucu farkı ve yetersiz algılamalar ve anlayşlar çıkmaktadır.ALLAH tanrı değildir tanrı gibi düşülmesi sonucu ikileme düşülüp ikilik görüş ve değerlendirilmesi bu farklı düşüncelerin oluşmasını sağlamaktadır.önce ALLAH nedir kimdir bir anlamaya çalışalım sonrası zaten yerine oturur.

    1. Allah, alemlerin Rabbi ve yaratıcısıdır. O’ndan başka ilah(Tanrı) yoktur. O’nun eşi ve benzeri yoktur. O hiç bir şeye muhtaç değildir herkes O’na muhtaçtır. O subhandır O’nda hiç bir kusur ve eksiklik yoktur. O ezeli ve ebedidir. O zamandan ve mekandan münezzehtir. O diridir, işitendir, bilendir, görendir, irade sahibidir, yaratandır. O mütekkelimdir. O öldüren ve diriltendir. En güzel isimler O’nundur.
      Allah’ı tanımak isteyen İslamın öğretisiyle tanımalıdır. Aksi halde felsefeye sapanlar kafir olur.

  2. S.A.
    Kadere inanmanın imanın şartı olmadığını iddia edenlerin yanılgı içinde olduklarını görüyorum. O da sanki Kur’an-ı Kerim kendilerine inmiş, Muhammed (sav) diye biri peygamber olarak gönderilmemiş gibi davranıyor olmaları. Beyler, Kur’an-ı Kerim’in ilk muhatabı da insanlara tebliğ eden de, ilk açıklayan da odur. Ve O, din konusunda ancak vahye istinaden konuşur. İmanın altı şartının olduğunu -ki kader bunlardan biridir- Cibril hadisi diye bilinen ve Müslim’in Sahih’i başta olmak üzere kütüb-i sitte de ve diğer bir çok muteber hadis kitabında geçen hadis-i şerifte O Yüce Peygamber açıklamıştır.
    Aslında bu müsteşriklerin bir takdiğidir ki, Müslümanları sadece Kur’an-ı Kerime odaklandırıp, Allah’ın kitabını Peygamberinin açıklamasından ve yorumundan mahrum etmek. Tabii ki ardından da Kur’an’da şu vardı, bu yoktu, bana göre orası şöyledir diyerek İslâm’ı kendi şekillendirmek istedikleri bir kuşa çevirmek. Yani tahrif edip Hıristiyanlığın durumuna düşürmek. Maalesef biz Müslümanlar da bu tuzağa düştük. Bir çok konuda delili sadece Kur’an-ı Kerim’de arayıp Rasuluullah’ı (sav) görmemexlikten gelmeye başladık.

  3. Kuran da Bakara 177 , 284-285 ve Nisa 136 olmak üzere üç yerde iman umdeleri sayılır. Allaha peygamberlerine kitaplara meleklere ve ahiret gününe iman etmeye çağırılır. Ve bunların hiç birinde kadere imandan bahsedilmez. Meraklıları açsınlar baksınlar. Yukarıda kadere imanı ispat sadedinde yazdığınız ayetlerin biri hariç hiçbirisinde kader kelimesi dahi geçmemektedir. sadece 33.38 de kader kullanılır oda “ölçü” anlamındadır.
    Allah dilerse kulları dileyebilir.Allahın kullarının dilemesini dilemişdir. Allah dilemezse kul dileyemez.Allah kullarına dilemeyi yani istemeyi iradeyi verdi. Allah kuluna aklı ve vahyi verdi iyiyi ve kötüyü ayırt etme kabiliyeti verdi. Ancak ne iyi olmaya nede kötü olmaya mecbur bırakmaz. Artık kendi iradesi ile kendi kaderini çizer. Yani kulun kaderi kendi seçimidir. İradenin olmadığı bir ortamda cezanında mükafatında bir anlamı olamaz. Kulun kendi seçimlerinde kaderinin dışına çıkamayacağı iddiası müşriklerin inancıdır. Allah celle nahl 35 de buyuruyor ki “Şirk koşanlar: “Eğer Allah dileseydi, biz O’ndan başka bir şeye kul olmazdık. Ve babalarımız da (kul) olmazdı. Ve O’ndan (O’nun emrinden) başka bir şeyi haram kılmazdık.” dediler. Onlardan öncekiler de böyle yaptı. Artık resûllerin üzerinde apaçık tebliğden başka (bir sorumluluk) var mı?” Allahın ezeli ilmiyle her şeyi kuşatmış olması yarattığı herşeyi bir ölçüyle yaratmış olmasındandır. Bu anlamda insanın dahli olmadan olan hadiseler kulun kaderidir. Afetler, görünmez kazalar, özürlülükler, vb bunlardanda kul sorumlu olmaz. sorumluluklar ancak kulun kendi iradesi ile yaptıklarından dolayıdır. Günah veya sevap işlemesi kulun kaderi değil seçimidir. Ve bunun için ceza ve mükafat vardır. Yukarıda zikrettiğiniz şems 8-10 ayetleri tamda mevzuyu özetliyor zaten.
    Ve bu mevzu islamın ilk dönemlerinde olmayıp daha sonraki dönemlerde ortaya çıkmış kelami tartışmaların bir ürünüdür. Emeviler dönemindede insanların başlarına gelen bir çok olumsuzluğu kadere bağlayarak zalim hükümdarların sorgulanmasını önlemek için kullanılmış ve bu yönde bir kader inancı oluşturulmuş ve bunu destekler mahiyette bir çok hadiste uydurulmuştur. Zikrettiğiniz bazı hadislerde bu bağlamda değerlendirilmelidir?

    NOT SORUNUN CEVABI ALTTADIR. LÜTFEN OKUYUNUZ.

    1. Sayın Şaban Bey,“Kuran da Bakara 177 , 284-285 ve Nisa 136 olmak üzere üç yerde iman umdeleri sayılır. Allaha peygamberlerine kitaplara meleklere ve ahiret gününe iman etmeye çağırılır. Ve bunların hiç birinde kadere imandan bahsedilmez.” diyorsunuz. Kur’an’da, iman konularının içinde geçmediğini ifade ediyorsunuz. Kadere iman orada geçmiyorsa, Ahzab Suresi 38. ayetteki kader kelimesi nedir? Bu kelimenin “ölçü” anlamında olduğunu söylüyorsunuz.

      Kaderin arapça kelime anlamı:”Gücü yetmek, planlamak”demektir. Planda ölçü dahilindedir.
      Kader;lügatte, bir çokluğu ölçmek, hüküm ve emir demektir. Allahü teâlânın ezelde, bir şeyin varlığını dilemesine kader denilir.
      Kaza: Kaderin, yani varlığı dilenilen şeyin var olmasına Kaza denir. Kaza ve kader kelimeleri, birbirinin yerine de kullanılır. Buna göre kaza demek, ezelden ebede kadar yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde dilemesidir. Bütün bu eşyanın, kazaya uygun olarak, daha az ve daha çok olmayarak yaratılmasına kader denir. Allahü teâlâ, olacak her şeyi ezelde, sonsuz öncelerde bilmesi ilmine kaza ve kader denir.
      Kadere iman farzdır. Bu husus Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler ile bildirilmiştir. Allahü teâlâ, ezeli ilmiyle, insanların ve diğer mahlûkatın, ne zaman doğacağını, ne zaman öleceğini ve ne yapacaklarını bilir.
      Ahzap Suresi 38. ayetinde geçen “kader” kelimesini “ölçü” deyip geçmişsiniz. Belliki ayetin nuzül sebebini bilmeden mana vermektesiniz. Zira, Peygamberimizin evlatlığı Zeyd’in boşadığı Zeynep hanımla, Efendimiz nikah yapmak hususunda tereddüt edince bu ayet nazil olmuştu. Allahu Teala 38. ayette mealen;”Allah’ın emri ise biçilmiş bir kaderdir.” buyurarak, bu nikahın Allah’ın takdir ettiği bir kader olduğunu belirterek Rasulullah’ın Zeynep validemizle evlenmesinde bir sakıncanın olmadığını belirtiyor. İşte o ayetin meali:
      -” Peygambere Allah’ın takdir ettiği, mübah kıldığı şeyde bir darlık yoktur. Bundan önce geçen bütün peygamberler hakkında Allah’ın sünneti böyledir. Allah’ın emri ise biçilmiş bir kaderdir.” (Ahzab: 38)
      – “Allah’ın izni olmayınca hiç bir musibet isabet etmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya götürür. Allah her şeyi bilendir.” (Teğabun:11)
      -“ Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey, Ondan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de, apaçık kitaptadır.” (Sebe 3)
      -” Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Lehv-i mahfuzda) bulunmasın.” (Neml:75)
      -” Her ümmetin bir eceli vardır. O ecel geldiğinde, ne bir ân erteleyebilirler, ne de öne alabilirler.” ( A’raf: 34)

      -”De ki: “Hiçbir zaman bize Allah’ın bizim için takdir ettiğinden başkası dokunmaz. O bizim mevlamızdır. Müminler yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.” (Tevbe: 51)

      AYRICA HER ŞEY KUR’AN’DA AÇIK OLARAK GEÇMEZ. CENAZE NAMAZI ve ONUN NASIL KILNACAĞI, NAMAZLARIN KAÇ REKAT OLUŞU VE NASIL KILNACAĞI, CUMA NAMAZININ KAÇ REKAT OLUŞU VE NASIL KILNACAĞI gibi…

      Kader Hakkındaki Hadisler
      -“Ahir zamanda fala inanıp, kaderi inkâr edenler çıkacaktır” (Tirmizi)
      -“Kaderi inkâr edenin İslam’dan nasibi yoktur.” (Buhari)
      -“Ahir zamanda, şu üç şeyden korkuyorum: Müneccimlere (falcılara) inanmak, kaderi inkâr ve idarecilerin zulmü.” (Taberani, İbni Asakir,)
      -“Ümmetim kaderi inkâr etmedikçe, dinde sabittir. Kaderi yalanlayınca helak olurlar.” (Taberani)
      Peygamber(s.a.v.)Efendimiz buyurdular ki:
      -“Şu üç şeyden korkuyorum: Âlimin sürçmesi, Münafıkların Kur’an böyle diyor diyerek tartışmaya girişmesi, Kaderin inkâr edilmesi.” (Taberani)
      -“Kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna iman etmedikçe, başa gelenin asla şaşmayacağına, başa gelmemesi mukadder olanın da asla gelmeyeceğine inanmadıkça, hiç kimse iman etmiş sayılmaz.” (Tirmizi)
      Yukarıda yazılı hadisi şerifler en sahih hadislerdir. Bunların hadis olmadığını iddia etmek iftiradır. İftiradan ve iftiracıların şerrinden Allah’a sığınırız. Bu hadisleri İmam-ı Azam ve Onun talebeleri bizlere naklettiler. İmamı Azam hazretleri ise, ilmini Ehl-i Beytin oniki İmamlarından Cafer-i Sadık hz.lerinden aldı. İmamı Azamı Emevi hükümdarları hapsettiler ve hapiste işkence yaptılar. Abbasi halifeleri ise O’nu katlettiler.
      Sayın Şaban, Emevi ve Abbasi halifelerinin gazabına ve zulmüne maruz kalmış büyük imam, İmamı Azam ve O’nun değerli halifeleri, Emevilerin ve Abbasilerin uydurduğu hadisleri, hadis olarak nakledeceğini aklınız ve vicdanınız kabul ediyor mu?
      Yukarıdaki yazımızı lütfen, daha dikkatle okumanızı tavsiye ederiz.
      HERKESE RAHMET VE HİDAYET ALLAH’TANDIR

    2. Tevbe51 de ketebe kelimesine takdir anlamı vermişsiniz ya…. Helal olsun size

    3. – De ki: “Hiçbir zaman bize Allah’ın bizim için takdir ettiğinden başkası dokunmaz. O bizim mevlamızdır. Müminler yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.” Tevbe/51

      Mesut bey bilmediğin yerde cahil cahil eleştiride bulunup iftira atma.. Sizin ilmi seviyeniz nedir ki bize haksızlık ediyorsunuz? Yukarıdaki tercüme bana ait değil Türkiyenin en meşhur ve sağlam müfessirlerinden Elmalı Hamdi Yazır hocamıza aittir.
      Ketebe(yazdı) fiili, Arapçada mazi fiilinin üçüncü şahsına aittir ki, cümle içinde yazmakla birlikte takdir etti anlamına da gelmektedir.

  4. Sefer Bey, Kadere iman, imanın altı şartından birisidir. Kim kaderi inkâr ederse kâfir olur. Onun kestiği yenmez nikahı boş olur. Siz önyargılı olmayıp ta yukarıdaki kader hakkındaki yazımızı okumak zahmetine girseydiniz bu soruların cevabını orada bulmanız mümkündü. Orada kader hakkında gerek Kur’an’dan ayetlerin ve gerekse hadisi şeriflerin bulunduğunu bizzat görürdünüz de, böyle vartalara düşmezdiniz.
    KADER HAKKINDA AYETLER (MEALEN)
    “Sonra o kederin ardından (Allah) üzerinize öyle bir eminlik, öyle bir uyku indirdi ki, o, içinizden bir zümreyi örtüp bürüyordu. Bir zümre de canları sevdasına düşmüştü. Allah’a karşı, cahiliyet zannı gibi, hakka aykırı bir zan besliyorlar ve “Bu işten bize ne?” diyorlardı. De ki: “Bütün iş Allah’ındır”. Onlar sana açıklamayacaklarını içlerinde saklıyorlar (ve) diyorlar ki: “Bize bu işten bir şey olsaydı burada öldürülmezdik”. Onlara şöyle söyle: “Eğer siz evlerinizde olsaydınız bile, üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar yine muhakkak yatacakları (öldürülecekleri) yerlere çıkıp gidecekti. Allah (bunu) göğüslerinizin içindekini denemek ve yüreklerinizdekini temizlemek için yaptı. Allah göğüslerin içinde olanı bilir. (Sure 3: Ayet:154)
    Her ümmetin bir eceli vardır. O ecel geldiğinde, ne bir ân erteleyebilirler, ne de öne alabilirler. 7: 34
    De ki: “Hiçbir zaman bize Allah’ın bizim için takdir ettiğinden başkası dokunmaz. O bizim mevlamızdır. Müminler yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.” (9: 51)
    De ki, “Ben, Allah’ın dilediğinin dışında kendi kendime ne bir zarar ne bir fayda verebilirim”. Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince artık ne bir an geri, ne bir an ileri gidebilirler. (10: 49)
    Yeryüzünde rızkı Allah’a ait olmayan hiçbir canlı yoktur. O, onların karar kıldıkları yerleri de, emaneten durdukları yerleri de bilir. Onların hepsi apaçık bir kitaptadır.(11:6)
    Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Lehv-i mahfuzda) bulunmasın. (27:75)
    Peygambere Allah’ın takdir ettiği, mübah kıldığı şeyde bir darlık yoktur. Bundan önce geçen bütün peygamberler hakkında Allah’ın sünneti böyledir. Allah’ın emri ise biçilmiş bir kaderdir. (33: 38)
    Hem Allah sizi bir topraktan, sonra bir damla sudan yarattı. Sonra sizi çiftler kıldı. O’nun bilgisi olmadan ne bir dişi hamile olur, ne doğurur. Kendisine ömür verilenin de ömrünün uzatılması da, ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır. Şüphe yok ki bu, Allah’a göre kolaydır. (35:11)
    İşledikleri her şey, kitaplarda mevcuttur. Küçük, büyük hepsi satır satır yazılmıştır. (54:52-53)
    Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır. (57:22)
    Allah’ın izni olmayınca hiç bir musibet isabet etmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya götürür. Allah her şeyi bilendir. (64:11)

    SORU:
    Bizler bir işi alnımıza yazıldığı için mi o işi yapmak zorundayız ?
    CEVAP:
    Hayır. Kaderi yaratan Allahü teâlâdır. Allahu Teala hadis-i kudside şöyle buyurdu mealen:
    -“Ben âlemlerin Rabbiyim, hayrı da, şerri de ancak ben tayin ederim. Hakkında şer yazdığıma yazıklar olsun, hakkında hayır yazdığıma ise ne mutlu.” (İ.Neccar)
    Bu hadis-i kudsinin Ehl-i Sünnete göre açıklaması şöyledir:
    “Allahü teâlâ, kullarının iyilik mi, kötülük mü işleyeceklerini, Cennetlik mi Cehennemlik mi, olacaklarını ezelî ilmi ile bildiği için yazar. Bunları yazdığı için kul öyle yapmak zorunda değildir.”
    Sapık Cebriye Mezhebi konuyu yanlış anladığı için: “Allah yazdığı için yapmak zorundayız” der,
    Diğer Sapık Mutezile Mezhebi ise, Allah’ın kaderini inkâr ederek:”Kul kendi kaderini yaratır.”demektedir.

    Yine bir başka sahih hadiste Rasul-i Ekrem şöyle buyurur:
    -“Bütün işler Allahü teâlâdandır; hayır olanı da şer olanı da.” Yani; hayrın ve şerrin yaratıcısı O’dur. (Taberani)
    -“Kaderiyenin İslam’dan nasibi yoktur. Bunlar, Şer takdir edilmedi derler.” (Beyheki) (Kaderiye, Mutezile demektir.)
    -“Denge, Rahman Allahü teâlânın elindedir. Kimini yükseltir, kimini alçaltır.” (Bezzar)
    -“Allahü teâlâ, hayır murat ettiğinin maişetini kolaylıkla verir. Şer murat ettiğinin ise, maişetini zorlukla karşılaştırır.” (Beyheki)
    -“Allahü teâlâ buyurdu ki: Bana iman edip de kadere, hayır ve şerrin benim takdirimle olduğuna iman etmeyen, benden başka Rab arasın.” (Şirazi)
    -“Ümmetimin helaki üç şeydedir: Irkçılık, kaderi inkâr ve nakle itibar etmemek .” Yani; kendi görüşünü din gibi anlatmak. (Taberani)
    -“Her şey ezelde yazıldı. Kalem kurudu.” (Tirmizi) Yani; kader, takdir son buldu ve kaleme yazacak bir şey kalmadı.
    -“Bütün insanlar toplanıp sana fayda vermek için çalışsalar, ancak Allahü teâlânın senin için takdir ettiğinden fazlasını yapamazlar. Eğer bütün insanlar, sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allahü teâlânın senin hakkında takdir ettiği zarardan fazlasını veremezler. Çünkü artık kaderi yazan kalem kurudu, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşti.” (Tirmizi)

    Peygamber(s.a.v.) Efendimize alınyazısı hakkında Eshabtan birisi:
    -“Ya Resulallah, yaptığımız ve yapacağımız işler önceden takdir edilip yazıldığına göre, iş yapmanın ne önemi vardır?” diye sorduğunda, Rasulullah:
    -“Herkes, kendi işine hazırlanır” ve “Herkes önceden takdir edilmiş olan işlere hazırlanır” buyurdu. (Müslim, Tirmizi)

    Aynı suali soran, başka birine de, Şems suresini okudu. İlgili kısmın meali şöyle:
    -“Cenab-ı Hak, hayrı ve şerri [taat ve günahı] ve bu ikisinin hallerini öğretip bunlardan birini yapabilmesi için, insana seçme hakkı(irade) verdi. Nefsini kötülüklerden temizleyip faziletlerle dolduran kurtuldu. Nefsini günahta, cehalette, dalalette bırakan, ziyan etti.” (Şems 8-10)
    İnsanların, meleklerin, cinlerin ve hayvanların, bitkilerin, özet olarak canlı ve cansız varlıkların her bir şeyin olup olmaması, kulların iyi ve kötü işleri, dünyada ve ahirette, bunların cezasını görmeleri ve her şey, ezelde, Allahü teâlânın ilminde var idi. Bunların hepsini ezelde biliyordu. Ezelden ebede kadar olacak, eşyayı, özellikleri, hareketleri, olayları, ezelde bildiğine uygun olarak yaratmaktadır. İnsanların iyi ve kötü bütün işlerini, Müslüman olmalarını, küfürlerini, istekli ve isteksiz bütün işlerini, Allahü teâlâ yaratmaktadır. Yaratan, yapan yalnız Odur. Sebeplerin oluşumuna vesile olduğu her şeyi yaratan Allahu Tealadır.. Her şeyi bir sebep ile yaratmaktadır.

    1. Hata:
      ( Kazâ-i mu’allak için de, Ra’d sûresinde, “Allahü teâlâ, dilediğini siler, dilediğini yazar” meâlindeki, yirmidokuzuncu âyet-i kerîme vardır.)
      Rad/ 39. Ayeti kerime olması lazım.

    2. Nurşen hanım yazımızı tam okumadığınız bellidir. Sizin kopyaladığınız ayet mealini İmamı Rabbani hazretleri yazımızda mevcut olan mektubatının bir kısmında şöyle zikreder:
      “Kazâ, ya’nî Allahü teâlânın yaratacağı şeyler, iki kısmdır: (Kazâ-i mu’allak), (Kazâ-i mübrem). Birincisi, şarta bağlı olarak, yaratılacak şeyler demekdir ki, bunların yaratılma şekli değişebilir veyâ hiç yaratılmaz. İkincisi, şartsız, muhakkak yaratılacak demek olup, hiçbir sûretle değişmez, muhakkak yaratılır. Kaf sûresinin yirmidokuzuncu âyetinde meâlen, “Sözümüz değişdirilmez” buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, kazâ-i mübremi bildirmekdedir.
      Kazâ-i Mu’allak için de, Ra’d sûresinde, “Allahü teâlâ, dilediğini siler, dilediğini yazar” meâlindeki, yirmidokuzuncu âyet-i kerîme vardır.”

Bir yanıt yazın