DARWİNİZM

Maymundan İnsana Evrim SafsatasıBekir Abdullah
Bütün canlı varlıkların bir çeşit akrabalıkla birbirine bağlı bulunduğunu ve engin çağlar boyunca basit organizmalardan daha karmaşıklara doğru geliştiğini, doğal ayıklanmayı ileri süren ve ilk önce İngiliz tabiat bilgini Charles Darwin (1809-1882) tarafından formüle edilen evrimci, bâtıl, dîne karşı bir doktrindir.


Eski çağ filozoflarıyla Rönesans hümanistleri, evrim konusunda çok seçik bir sezişe sahiptiler. Fakat ellerinde belgeler bulunmadığı için bu husustaki bütün görüş ve yorumları, düşünce alanında kalmış; ilk evrimci bilim adamı Buffon, devrinin peşin hükümlerine karşı gelmekten çekindiği için bütün düşüncesini ortaya koymamış; evrim nazariyesini daha büyük bir cesâretle ortaya atan Lamark olmuştur.

Darwin, Beagle gemisiyle yaptığı gezi esnasında topladığı birçok belge ve gözlemlerine dayanarak bir nazariye ortaya koymuştu. Dünya çevresindeki bu gezide özellikle Galapagos adalarının faunasını ve pampa toprağı katmanlarında rastlanan soyu tükenmiş dişsiz hayvan türlerini inceledikten sonra, onda türlerin sabitliği hakkında ilk şüpheler uyanmaya başladı. 1859’da “Doğal Ayıklanma veya Hayat Mücadelesinde Elverişli Irkların Korunması Aracılığıyla Türlerin Kökeni Üzerine” adlı eserini yayınladı. Darwin, bu eseriyle evrimin mekanist bir açıklamasını yapmaya çalıştı.

 

Onun görüşünün temel noktaları şunlardır:

1- Aynı kökten gelen türler, çeşitli tesirlere (meselâ çevre, beslenme vb. etkilere) bağlanabilecek değişimler gösterir, vücûdu ve üreme hücrelerini değişikliğe uğratır. Darwin, bütün kişilerde aynı özellikleri gösteren belirli çeşitlenmelerle kişiden kişiye değişen belirsiz çeşitlenmeleri birbirinden ayırt eder.

2- İktisatçı Malthus’un çalışmaları, Darwin’i fazlasıyla etkilemiştir. Bu bilgin, toplum nüfusunun, mevcut beslenme imkânlarına oranla çok daha hızlı arttığını ve bu nüfus artışının geometrik bir diziye, beslenme imkânlarının ise aritmetik bir diziye göre meydana geldiğini görmüştür. Organizmalar bundan dolayı besinlerini elde etmek ve en iyi şartları sağlamak için mücadele etmek zorundadır.

Darwin, bu iktisadî kavrayıştan “yaşamak için mücadele” prensibine ulaştı. Bu duruma göre başarıyı, rakiplerine oranla biraz üstünlüğü olanlar elde edecektir. Bu üstünlükler, yalnız bazı kişilerde bulunan özelliklere uygun düşer. Bunlar çok az ve belirsiz olsalar bile yine de zararlıdırlar. Çünkü hayat için mücadelede daha imtiyazlı olanların ölüp gitmelerine karşılık, bu özelliklere sahip bulunanlar ayakta kalır.

Böylelikle ona göre hayat boyunca, tabiî ayıklanma denilen bir olay meydana gelir ve ortama en elverişli olanlar yaşar. Bu tabiî ayıklanma, uzun zamanlardan beri hayvan ırklarını geliştirmek veya yenilerini elde etmek amacıyla hayvan yetiştiricileri ve bahçıvanlar tarafından uygulanan yapma ayıklanma ile kıyaslanabilir. Doğal ayıklanma, yeni türlerin oluşmasını ve çevreye uyum yoluyla sürekli evrimi sağlamıştır.

Tabiî ayıklanma görüşü, sosyolojide de bazı sosyologlar tarafından uygulanmıştır. Buna göre, toplumların gelişmesi, ancak ırklar ve gruplar arasındaki çatışmalar ve ayıklanmalarla açıklanmaya çalışılmış, aynı görüş sınıflar çatışması halinde Marks’çı teoriye de tesir etmiştir. Bununla beraber, tabiî ayıklanma teorisinin kesin karşı koyucuları da, belli amaca yönelen, yaratıcı tekâmüle âit kuvvetlerin varlığını kabul eden görüşler ileri sürmektedirler.

Darwin’in iddialarının hiçbiri ilmî kesinlik taşımaz, bir varsayım (faraziye) ve nazariyeden ileri gitmez. Çok tartışılmış, birçok iddiaları çürütülmüştür. Esasen, Darwincilik sonradan birçok değişikliklere uğramış, yerini Yeni-Darwincilik almıştır. Eski ve yeni Darwincilik birçok bakımlardan tenkit edilmiş; canlı türlerin birbirinden (meselâ insanın maymundan) yavaş yavaş çıktıkları yolundaki temel iddia artık ilim çevrelerinde terk edilmiştir. Bu bakımdan biyolojinin verilerine göre, artık türler arasında geçiş olmadığı ifade edilmektedir.

Yaratılış ile ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurur:
” Andolsun biz sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere: Adem’e secde edin” dedik. “Hepsi secde ettiler, yalnız İblis etmedi, o secde edenlerden olmadı” (el-Âraf, 7/11).

Âyet, Hz. Âdem’in birdenbire değil bir tekâmül neticesinde yaratılmış olduğunu bildirmektedir. (Ayrıca bk. el-Bakara, 2/30 vd.; es-Sâd, 38/71 vd.).

Âyetlerde Hz. Âdem’in önce çamurdan yaratıldığı, sonra biçim verildiği ve nihayet ruh üflenerek canlandırıldığı açıklanmaktadır. (el-Hicr, 15/28 vd.). Kur’ân’da bize açıklandığı kadarıyla insanın nasıl yaratıldığı konusunda teferruat yoktur. Yalnız, Darwincilikten farklı olarak İslâmî yaratılış, insanın hayata insan olarak başladığını ve tarih boyunca insan dışı bir değişme geçirmediğini ortaya koymaktadır. İnsanın yaratılışına ait bu iki temellendirme, insanın yapıp etmelerinde iki zıt fikre yol aşmıştır. Darwincilik, insanı hayvanî bir ilkelliğe indirger ve onun davranışlarını hayvânî davranışlar grubuna sokar. İlâhî açıklamaya göre ise, insan, “eşref-i mahlûkât” yani yaratıkların en üstünü ve Allah’ın yeryüzündeki halifesi diye tanımlanır. İşte bu iki temel görüş ve bunlara yaslanan bilim, medeniyet, sosyal ve ahlâkî hayat telâkkileri bütün dünyada karşıtlık oluşturmaktadır. Şu da bir gerçektir ki, Darwincilik, sadece bir nazariyedir, kesin bilgi değildir. Hatta Kur’ânî ifâdeyle “zan” denebilir. Ancak, ilâhî tekâmül bilgisi, kesin bir bilgidir. Zaten bu iki bilgi anlayışı birbiriyle kıyaslanamaz. Bu teori, uygulamada Darwincilik karşıtı başka bilim çalışmalarıyla, birçok açıdan tenkid edilmiştir. Ama vahyî bilgi ile bilimsel bilginin esas karşılaşması, yeryüzündeki toplum düzenlerinin eğitim ve bilim çalışmalarının ate-lâik veya vahyî temele dayanıp dayanmayacağı meselesinde yoğunlaşmaktadır. Bu yüzden, vahiy karşıtları, tutunacak epistemolojik bir temel aradıklarında ilâhî bilginin karşısına Darwinci tezlerini çıkarmaktadırlar. Özellikle Materyalizm, Darwincilik’e kendi görüşünün üzerinde yükseleceği bir temel olarak sahip çıkmaktadır. Sovyetler Birliği’nde olduğu kadar, Amerika Birleşik Devletleri’nde de Materyalist eğitim Darwincilik’i benimser. Ancak ABD’de Darwincilik Hristiyanlıkla da Geliştiği için, orada da hâlâ taraflar arasında tartışmalar olmaktadır. Ayrıca, insanın maymun soyundan geldiği iddialarının bugün artık inandırıcılığı kalmamıştır. “Şüphesiz müslüman ilim adamları, tâbiri caizse, Allah’ın kudretinin kendi yarattığı şeylerden koparıldığı deistik bir âlem tasavvuru içinde fikir yürütmemişlerdir. Dolayısıyla müslüman alimlerin tek biçimcilik (uniformitarianism) ve yatay biyolojik evrim gibi bugün bilimsel gerçeklikler olarak teşhir edilen fakat aslında dinden uzaklaştırılmış insanın, tabî düzen için ilâhî sebebi yasaklaması sonucu ortaya çıkan uçurumu kapatmanın vasıtalarından ibaret olan hipotezler kurmaya hiç ihtiyacı olmamıştır.

Müslüman araştırmacılar hiçbir zaman evrim teorisine iltifat etmemiş; bu teoriyi “Allah’ın kudretinin yaratıkları üzerinden koparılmak istenmesi ile meydana getirilen boşluğu doldurmak üzere başvurulmuş bir vasıtadan ibaret görmüşlerdir” (Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm ve İlim, Çev. İ. Kutluer, İstanbul 1989, 51).

Darwincilik Çağdaş Türkiye’de de, ilericilik adı altında tutunulan önemli bir teori olarak görülmekte ve hatta tıpkı Darwin’in etkilendiği çağdaşı ve yakın arkadaşı Jeolog Charles Lyell (1797-1875)’in yeryüzünün bugünkü şeklini, tabiatın eseri olarak almasıyla; laik-pozitivist bir eğitim-bilim devrimini gerçekleştiren bazı basit anlayışların “evrenin tabiat gücü tarafından yaratıldığı, başka hiçbir ilâhî gücün evrene tesir etmediği” şeklindeki görüşleri arasında büyük bir benzerlik vardır. Mamafih bu görüşe karşı müslümanlar, kendilerine açık tebliğ edilmiş şu âyete inanırlar: De ki, “Siz mi, arzı iki günde yaratanı tanımıyor ve O’na eşler koşuyorsunuz? İşte âlemlerin Rabbi O’dur. ” (el-Fussilet, 41/9).

Yeni Darwincilik, Darwin’in teorisinin geliştirilerek savunulduğu öğretinin adıdır. Yeni Darwinciler, Darwin’in teorisinden Lamarkçı tesiri dışarda bırakarak diğer bütün ilkeleri kabul etmektedirler. Onlara göre evrimin yönünü, gelişme mekanizmasını düzenleyen genetik yapı ile kılavuz ve nazım rolü oynayan tabii ayıklanma arasındaki karşılıklı etkileşmenin sonucu belirler.

Batı biliminin dayandığı önemli bir kaynak olan bu bilimin esaslarını alan ateizm, panteizm, materyalizm cereyanlarına bir bütün olarak Spencer’le, Comte’la, Freud’la, Marks’la yayılarak ideolojik bir yapı oluşturur (bk. Materyalizm, Ateizm). Maddeci öğretinin karşısında ruhçuluk öğretisi yer alır. Maddecilik, ilk ilkelerini, ruhu, âhireti ve Allah’ı inkâr ile kurar; çeşitli yollara ayrılarak mekanist, diyalektik, tarihi materyalizm biçimlerinde ortaya çıkar. Maddeciliğin karşısında Batıda İdealizm, Ruhçuluk, Dogmatizm yer alırken; Doğu İslâm dünyasında da Dehriye*, Zenadıka, ‘rabüyyun, Manicilik, Batınîlik* gibi aşırı felsefî cereyanlar ortaya çıkmıştır. Bu tür maddeci akımlar, ilahi vahyi zaman zaman çarpıtarak yorumlamışlardır. Batı’da tabii ve sosyal bilimlerde “evrim”i bütün bilim adamları kabul etmekte, eğitim ve bilim metodlarında bu görüş işlenmektedir.

Prof. Mourice Bucaille, Darwin’in teorisi, evrimcilerin materyalist felsefe ile dini inanç arasındaki savaşta sallayıp durduğu bir sancak olmuştur. der (bk. Maurice Bucaille İnsanın Kökeni Nedir, Çev. A. Ünal, İstanbul 1984, 46 vd.) Bucaille’e göre, Darwin, ateistlerin putlarından biri olarak kalmıştır. Eseri, XIX. yüzyılın ikinci yarısında şiddetlenen din-bilim çatışmasında ateizmi destekleyici kanıtları ortaya koymuştur. “Temel kuralları ve nihai yargılarıyla Darwinizm ortadaki doktrinlerin en din karşıtı ve en materyalist olanıdır.” diyen P. Grasse, Marx’ın Darwin’in eserinin sayfalarında tüm dinsel inancı çözeltecek malzemeyi bulduğunu ifade eder. Sovyetler Birliği kurucuları da, bilimsel verilerine dayanarak Hristiyan obskürantizmi’yle savaşmak için Moskova’da bir Darwinizm müzesi kurmuşlardır (Bucaille, a.g.e., 50).

Darwin, doktrininin eksikliğini bizzat itiraf eder ve evrimi açıklamakta düştüğü başarısızlığın farkında olduğunu mektuplarında belirtir. Teorisini kanıtlayamaz; tabii ayıklanmaya inandığını açıklar. Böylece bilimi inanç’ eksenine alır. Bugün de bu teorinin geçerliliği kanıtlanmış değildir. Ancak teorisinin çağdışı ve kavramlarının aşırı derecede zayıf olmasına rağmen, Darwin hâlâ akademisyenlerden saygı görmektedir. Ama “bilimin sapıklıklarının ve uzun vadede Darwinizm’in neden olduğu insandan tiksinmenin boyutlarını bir an olsun akıldan çıkarmamak” gerekmektedir.

Darwin’in basit ve çürütülmüş teorilerine yapılan tenkidleri naklettikten sonra, Kur’ân-ı Kerim’deki bazı âyetlerde materyalist bir teoriyi destekleyecek en küçük bir ize bile rastlamanın imkânsız olduğunu belirten Maurice Bucaille, insanın topraktan yaratılışına dair âyetlere işaret ettikten sonra şu olayı nakleder: “Ölümünden kısa bir zaman önce biyolog Jean Rostard’a Fransız TV’nundaki konuşmalarının birinde Allah’la ilgili bir soru soruldu. Jean Rostard’ın cevabı, o ana kadar Allah’ın varlığına inanmadığı, fakat bir biyolog olarak sonsuz derecede küçük düzeyde meydana gelen faaliyet üzerinde düşünürken ifade gücünü yitirdiğini itiraf ettiği şeklindeydi.” (Bucaille, a.g.e., 261).

Bugün müslüman âlimlerden bazıları Darwinizm’e sarılanlara karşı önemli karışıklıklara sebep olabilecek bir metod yanlışlığını yapmaktadırlar. Yaptıkları, Kur’ân-ı Kerim’deki âyetlerin esnekçe kullanılarak bilimsel verilerle ilgili olarak sunulmasıdır. Ama bu tutum, Kur’ân’daki herhangi bir âyetin, bilim yoluyla kanıtlandığını iddia etmek gibi basit bir duruma düşmeye yol açtığı gibi, âyetlerin yer aldığı esas inanç düzleminin güvenilirliğini de zedelemektedir. Adeta Darwinizm’e karşı savunma alanına çekilmiş gibi duran müslümanlar, bu davranışla, yani nass’ları bilimsel verilerle desteklemek veya bilimsel buluş, keşif ve icadların dayanaklarını Kur’ân’dan çıkarmak şeklinde nitelenebilecek ve asıl İslâmî fıkıh geleneğinde olmayan yanlışlara düşmektedirler. Bu yerden bitme İslâmî bilim felsefesi, ne yazık ki Materyalizme karşı bu tavrıyla ciddi bir temel oluşturamamaktadır. Değişken her yeni teoriye göre Kur’ân’ı yeniden okumak eğer yapısalcılıktan gelen bir yanlışlık değilse, bu, karşıtların da Kur’ân’dan delil aramalarına götürerek Kur’ân’ın çarpıştırılması haline gelir ki, Kur’ân bu sapıklıktan berîdir. İslâmî esasların, müslümanların yöntem ve hayatına yeniden diri ve dinamik bir güç vermesini istiyorsak, sünnet yöntemiyle asıl kaynaklara eğilerek, yanlış İslâmî görüşleri bir daha gözden geçirmek gerekmektedir. En azından kilisenin Darwin’i kâfir ilân etmesi kadar müslümanlar bilinçlenmeli ve harekete geçmelidirler. Sadece Yahudi düşmanlığına indirgenmiş bir karşılama hareketi pek ilkel kalmaktadır.

 

Tevrat’ta ve İncil’lerde insanların eliyle katmalar, çıkarmalar çok olduğundan, o kitaplarda ilme ve tarihi gerçeklere aykırı şeyler çoktur. Ama Kur’an’da ilmin kabul edemeyeceği hiçbir şey yoktur. Onun sözleri ispatlanmış, artık değişmeyecek olan k esin ilmi gerçeklere uygundur.

İşte bu durumlar, Batı memleketlerinde Hıristiyanlığın zayıflamasına yol açarken, İslam ülkelerinde bunun tersi olmakta, Müslümanlık güçlenmektedir. Bu zamanda genişleyen ve yayılan yegane din, İslam’dır. Uzun süre meçhul kalan Kur’an’ın ilmi gerçekleri, 20. asırda ortaya çıkmaktadır. Sizleri, “Böylece Allah ayetlerini size açıklıyor ki düşünesiniz.” (Bakara 219) ayetini derin derin düşünmeye davet ediyorum.

Kaynak: Zafer Derg., Ağustos 1987, sayı: 128, s. 10-11.

Nature ve BBC’den insanın sözde evrimi senaryosunu çürüten haber

8 Haziran 2017 tarihinde Nature dergisinde yayınlanan bir makalede Fas’ta bulunan yeni insan fosillerinin ortalama 315 bin yıl yaşında olduğu konu edildi. Bu nedenle Homo sapiens neslinin bilinenden 100 bin yıl daha eskiye dayandığı yorumu yapıldı. Bu makaledeki iddialar, başta BBC olmak üzere, Sözcü gazetesi, Oda TV hatta Kıbrıs Postası gibi yerli haber kaynaklarında evrim senaryolarına destek gibi gösterilmeye çalışıldı.

nature-bbcden-insanin-sozde-evrimi-senaryosunu-curuten-haber

Öncelikle belirtmek gerekir ki insanın bilinenden daha eski bir geçmişe sahip olmasının evrimle hiçbir ilişkisi yoktur. Bu çalışma sonucunda yeni yaş tayini yöntemleri kullanılmış ve insan ırkına ait yaşamış bireylere ait 315 bin yıl öncesindeki fosiller bulunmuştur. Gerçekten de, daha önceden bilinen en eski fosil Doğu Afrika’da yaklaşık 200 bin yıl önce yaşadığı söylenen bir insana aitti. Bu yeni bilginin doğruluğunun teyit edilmesiyle birlikte insan neslinin bilinenden 100 bin yıl daha eskiye dayandığı ve Doğu Afrika yerine Kuzey Afrika’da en eski insana ait kalıntıların bulunduğu anlaşılmış olacaktır.

Bu fosille ilgili bilgiler farklı yorumlanmaya çalışılmış ve başta BBC olmak üzere, birçok yerli ve yabancı kaynakta evrimi kurtarmak adına çeşitli iddialar ortaya atılmıştır ancak bu çaba nafiledir. İnsanın daha eski tarihli fosillerinin bulunması ve bilinenden daha uzun süredir aynı fiziksel özelikleri korumuş olması evrime değil yaratılışa delil oluşturur. Bu gerçeği bilen Darwinistler fosilleri her zaman olduğu gibi gizlemişlerdir. Makaleye konu olmasıyla birlikte söz konusu fosillerin yaklaşık 55 yıldır var olduğu ancak bugüne kadar gizlendiği anlaşılmıştır.

Yıllarca gizlenen fosiller

1960’larda Jebel Irhoud bölgesinde Barit elementi için kazı çalışmaları yapan madenciler neredeyse tam bir insan fosili buldular. 1967 ve 1969’da ise aynı bölgede Jacques Tixier ve Roger de Bayle des Hermens tarafından ilerletilen kazılarda bıçak, ok ucu, buz kazıma aleti, delgi gibi aletlere de rastlandı. Bunlar haricinde kafataslarıyla birlikte bir çocuğa ait çene kemiği, uyluk kemiği, kalça kemiği fosilleri de kazılarda ortaya çıkartıldı. Ne var ki Darwinistlere göre bu dönemde insanın var olması, sözde evrim senaryosuna uymadığı için bulunan kemikler ve aletler 40 bin yıl yaşında gibi gösterildi ve Neandertallere ait olduğu iddia edildi ki bu iddia günümüzde çürütüldü.

Yine aynı bölgede 2004 yılından itibaren yapılan kazılarda 20 yeni insan kemiği fosili bulunduğu, bunların arasında üç yetişkin, bir genç ve yedi yaşlarında bir çocuğa ait kafatası, diş ve çene kemiği fosillerine rastlandığı açıklandı.

Ayrıca çok çeşitli aletlerin keşfedildiği, geyik kemiklerindeki izlerden bu insanların kasaplık yaptığının tahmin edildiği ve çeşitli yanık izlerinden yola çıkılarak o dönemde pişirme ve aşçılığın da var olduğunun düşünüldüğü yapılan açıklamalar arasındaydı.

Az önce de belirttiğimiz gibi evrimciler yaş tayinini 40 bin yıl gibi gösterdikleri fosilleri sözde Neandertal akrabaları olarak lanse etmişlerdi. Ancak 1969’da bulunan ve 40 bin yıllık olduğu iddia edilen bu çene kemikleri üzerinde yapılan yeni yaş tayini çalışmalarında bu kemiklerin de insana ait olduğu ve 280 bin ila 350 bin yıllık olduğu ortaya çıktı.

Prof. Hublin bu aldatmacayı; “Fosiller o zamanlar anlaşılmayacak kadar “ilkel” görünmüş, insanlar da bazı tuhaf iddialar ortaya atmışlar” diyerek geçiştirmeye çalışmıştır. Ancak bu örnek evrimcilerin bilimsel delilleri kendilerince nasıl çarpıtabildiklerini ve ne kadar yanlış iddialarda bulunabildiklerini gözler önüne sermesi bakımından önemlidir.

İngiliz Doğa Tarihi Müzesinde paleantropolojist olan Chris Stinger de, “1970’lerde bu fosilleri gördüğünü ve bunların Neandertallere ait olmadığını fark ettiği için şaşırıp kaldığını” itiraf etmiştir. Stinger durumu kurtarmak için, “Fosiller çok genç göründükleri için insana ait olabileceğini düşünemediğini” iddia etmiştir ancak bu çaba da nafiledir.

Prof. Hublin’in 2004 yılında bulduğu ancak bundan 13 yıl sonra gündem olan fosiller Darwinistleri çok büyük bir açmaza sokmuştur. İnsanın sözde evrimi senaryosunun çürütülmesinden rahatsızlık duyan pek çok evrimci bu fosilleri inkar etmeye ya da yeni senaryolar üretmeye çalışsalar da elde edilen tüm bilimsel veriler insanın evrim geçirmediğini açıkça ortaya koymaktadır.

Evrim için bir delil oluşturacak bulgu “ara-geçiş” formlarının ortaya konmasıdır. Bugüne kadar yer katmanlarının tüm seviyelerine ulaşılmış ve 700 milyondan fazla fosil elde edilmiştir. Bu fosillerin hepsi, hiçbir eksik veya hatası olmayan canlı türlerine aittir. Eski katmanlarda bulunan bir tür bir anda ortaya çıkmış, milyonlarca yıl içinde hiç değişmeden kalmış, ya günümüze ulaşmış ya da nesilleri tükenerek yok olmuştur ancak bu kadar fosil arasında tek bir ara geçiş formu canlıya rastlanmamıştır.

Evrimcilerin iddia ettiği gibi canlılar yavaş yavaş değişime uğrayarak gelişmiş olsalar idi, yer katmanlarında sayısız ara geçiş formu olmalıydı; hatta ara geçiş formlarının çok daha fazla görülmesi gerekirdi. Fosil kayıtlarında ara geçiş formlarının olmaması evrimi tamamen yıkan bir durumdur. Bu çalışmada bulunan 350 bin yıllık bu en eski insan fosilleri de evrime değil yaratılışa delil oluşturmaktadır.

Kuran’da Bilimsel Hatalar Var İddiası Çürütüldü

Kaynaklar

http://www.nature.com/news/oldest-homo-sapiens-fossil-claim-rewrites-our-species-history-1.22114
http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-40198320?ocid=socialflow_facebook
http://www.sozcu.com.tr/2017/dunya/son-dakika-bilim-dunyasi-icin-muthis-bir-kesif-1885808/
http://odatv.com/evrim-kitaplarini-bastan-yazdiracak-bulus-0806171200.html
http://www.kibrispostasi.com/mobile/index.php?news_id=222894

Loading

514 - 1
DİKKAT: Hakaret, küfür, tehdit içeren mesajlarla ilgili gerekli yasal işlemler yapılır. Tüm gönderilerde IP adresleri ve gönderim tarihi sistem tarafından kaydedilmektedir. Soru veya mesaj göndermeden önce nezaket kurallarına dikkat ediniz.

Aşağıdaki formu doldururken isim kısmında takma ad veya rumuz kullanabilirsiniz. İnternet sitesi kısmını boş bırakınız. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir. Eposta adresiniz yayımlanmaz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


“DARWİNİZM” üzerine 2 yorum.

Bir yanıt yazın